Hiçbir şey hayatın sonu değildir!
Çünkü sen ölürsün, başkaları yaşar.
Hakan Günday/Kinyas Ve Kayra
Taa ki tanrı, senaryosunu beğendiği sonu bulana kadar...
Bölüm 1
Ellerini karnında kenetlemiş tavanı izliyordu Serap. Pembe ojeli tırnakları sayesinde bakımlı görünen elleri, karnında taşıdığı başka bir canlının heyecanı ve sıcaklığıyla terliyordu, sonbahar ikliminin hâkim olduğu ince bir battaniyenin altında. Yatağın her iki başucunda duran, çürümüş ceviz rengi komodinin üzerinden 25 wattlık, sarı ampuller odayı aydınlatıyordu. Beyaz tavanda batmaya her daim hazır, bir prize mahkûm iki adet suni güneş ise Rüzgâr'ın kitabını okumasına yardımcı oluyordu. Adamın kitabı kavrayan nasırsız avuç içleri, onun işçi sınıfa dâhil olmadığını, yenmiş tırnaklarıysa mavi yakalı maaşının refahıyla da yaşamadığını belli ediyordu. Üç ay içinde, karısıyla paylaştığı eve dâhil olacak bir başka can, tırnak etlerini de yemesine sebep olabilirdi. Serap gözlerini, tavanda beliren suni güneş manzarasından, cıva amalgamlarının herhangi biriyle kaplanmış cam parçasının üzerinde oluşan, kocasının yansımasına çevirdi. Elinde siyah kapaklı bir kitap tutuyordu, geniş omuzlu adam. Çocuğunu dünyaya getireceği adamın sevgisinden emin olmak adına, sızıp kaldığı gecelerin aksine, iç sesiyle mücadelesi sonucu uyuyamadığı bu gece de, "Beni neden seviyorsun?" sorusunu yineliyordu Serap. Gözlerini aynalı dolaptan alıp, solunda uzanan kocasının gözlerine sabitledi. Rüzgâr, yüzlerce kere duyduğu bu sorudan sıkıldığını belli etmeden, yüzünde oluşan zoraki bir gülümsemeyle, her gece farklı yanıtlar verebiliyordu karısına. Bu gece de, "Her gece huzurlu bir uyku çekmeme sebep olan kokunu seviyorum" demişti. Daha önceden bu cümleyi söyleyip söylemediğinden emin değildi. Neyse ki Serap'ın hafızası şairane sözler karşısında, kızgın yağda eriyen bir tereğay kıvamına gelebiliyor, diri kalmayı beceremiyordu.
Serap'ın, "Nereden buluyorsun beni sevecek onlarca farklı sebebi?" sorusuna Rüzgâr'ın cevabı kısa ve netti:
"Çocuğumuza miras bırakmanı istediğim gözlerinde."
Bu cümle, Rüzgâr'ın okuduğu kitabı sonlandıran kelimeler ile harmanlanmıştı hâlbuki... Serap'ın, Rüzgâr'ın bu romantik cevaplarını nereden bulduğunu öğrenmesi için, her zaman başucunda bulunan kitaplara, kocasının ardından göz atması yeterliydi. Sayfalar yerine, güvenemediği eşinin ceket ve pantolon cepleri Serap için her zaman daha ilgi çekici olmuştu. Belki, edebiyata olan ilgisi, aldatılan bir eş konumuna düştükten sonra, 180 derecelik bir fırının içinde otuz dakika kalan kek hamuru gibi kabarabilirdi. Kim bilir, kocasının cebinden çıkan, aşk ve ihanet ile harmanlanmış ufak bir kâğıt parçasıydı gerekli olan. Onu kaybetmesinin ardından şiir bile yazabilirdi, bir rakı kadehi eşliğinde. Daha önce sahip olduğu anları yücelten şiirler yazmadığı için artabilirdi pişmanlığı kat ve kat, rakı kadehleri eşliğinde; mısralar bir iken iki olurdu... Rakı kadehinin sayısı birden ikiye çıkardı. Boşalan kadehlerle basarak tırmanabilirdi edebiyat dünyasının basamaklarını. Ama bu hiç bir zaman olmadı.
Rüzgâr'ın hırsızları bile kıskandıran cevabı üçüncü bir soru doğurmayacak kadar tatmin ediciydi, Serap için. Hatta birbirlerinin gözlerine bakarken aralarında bulunan şişkin karnını hiçe sayarak, Rüzgâr'ın İtalyan erkeklerini andıran çıkık elmacık kemikli, gergin yanaklarını öpmeye başladı. Rüzgâr, bir eliyle karısının saçlarını, diğer eliyleyse doğacak bebeğini(Serap'ın karnını) okşuyordu. Serap, arzusunu belirtmek için Rüzgâr'ın sol elini karnından kalçasına doğru çekti. Rüzgâr, o gece isteksiz olduğunu söylemek yerine, ellini Serap'ın kalçasından çekerek, dudaklarına doğru götürdü ve durmasını sağladı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Rüzgâr'ın Sesi
General FictionHer yer ölüler için birer mezar; çoğunlukla gece uyudukları ortopedik yataklar, birbirlerinin kıçlarını yırtarak aldıkları arabalar, kredisi bitmemiş evler, bir şeyler öğrendiklerini sandıkları okullar, onları ölümden kurtaracak olan hastaneler, köt...