İşe başlayalı 4 hafta olmuştu. Beklediğimin aksine her şey yolunda gidiyordu ve Jun iş dışında hiçbir şey hakkında konuşmuyordu. Arada sırada beni izlediğini fark ediyordum ama en azından artık yanındayken diken üstünde olmama gerek yoktu. Belkide değişmiştir diye düşündüm. Yine de bu onu affetmeme yetecek bir şey değildi. Bir sene onu görmeye katlanmanın çok zor olmayacağını düşünüyordum.
Akşam katılmamız gereken bir iş yemeği vardı. Jun, bu işin şirket için çok önemli olduğunu bu yüzden güzelce giyinip hazırlanmam için akşama kadar izinli olduğumu söyledi. Yeni takım elbise almak için Wonwoo ile alışverişe gitmiştim ve önceki gün saçlarımı açık griye boyatmıştım. Normalde görünüşümle övünen biri değildim fakat yeni saç rengim ve takım elbisem ile harika görünüyordum. Yemeğin olacağı gökdelenin -hangi gerizekalı bir gökdelenin tepesinde yemek düzenlerdi ki?- önünde Jun ile buluştum. Yanına gittiğimde birkaç dakika boyunca durup beni baştan aşağı süzdü -gözleriyle becerdi desem yeridir-. Ardından içeri girip asansörü bekledik. Yüksekten korkardım ve asansörlerden nefret ederdim. Korktuğumu belirtmemeye çalıştım ancak Jun asansörden korktuğumu biliyordu. Endişeli suratıma bakıp gülümsedi. Asansör geldiğinde bindik ve 72. kata bastı. Bayılacak gibi hissetmeye başladım ve dizlerim titriyordu.
Sakinleşmek için gözlerimi kapatıp derin nefes aldım. Bir saniye bile bir ömür gibi geliyordu. Jun'un beni duvara yaslamasıyla gözlerimi açtım. Suratı nefesini hissedebileceğim kadar yakınımdaydı. Gözlerimin içine bakarak "çok güzelsin" dedi. Ne yapacağımı bilmiyordum, kalbimin sesinin dışarıdan bile duyulduğuna emindim. Korku ve utanç ile başımı yere eğdim. Çenemden tutup hafifçe yukarı kaldırdı ve yeniden gözlerimin içine baktı. Gözlerine bakmak istemiyordum. Ondan ne kadar nefret etsem de o benim ilk aşkımdı ve ilkler hiçbir zaman unutulmazdı.
"Hiç değişmemişsin... Şimdi bana bir şans öpücüğü ver bakalım."
Çekici gülümsemesiyle dudaklarıma doğru yaklaştı. Tam öpmek üzereyken elimle dudaklarını kapatarak onu engelledim. Bileğimi tutarak hâlâ dudaklarında olan elimi birkaç kez öptü ve elimi dudaklarından çekti. Bu sefer göğsünden iterek kendimden uzaklaştırdım. Yine onun cazibesine kapılıp sürüklenmek istemiyordum.
"Üzgünüm ama ben sizin tanıdığınız Minghao değilim Bay Wen."İneceğimiz kata yaklaşmıştık. Hemen inmek istediğim için kapıya yaklaştım. Bir anda kolumdan tutarak beni kendine çevirdi ve dudaklarıma yapıştı. Kurtulmak için ittirdim fakat kollarıyla belimden sıkıca sarılarak duvara yasladı ve bedenini bedenime dayadı. Asansör durduğunda beni bırakarak üstünü düzeltip hiçbir şey olmamış gibi indi. Kendimi asansörden dışarı zor attım. Lavaboya gidip elimi yüzümü yıkayarak kendime gelmeye çalıştım fakat ruhum bedenimi terk etmiş gibiydi. Üstümü düzelttikten ve biraz kendime geldikten sonra masaya döndüm. Birkaç dakika sonra konuklarımız geldi.
// Şu saç rengine bayılıyorum. //