Medya: Gregory Alan Isakov - If I Go, I'm Going
İki büklüm bir şekilde, başını önündeki kitaba iyice gömüp sandalyeden sarkan ayaklarını sallıyor, yara bere içinde kalmış olan parmaklarının arasında özenle tuttuğu kurşun kalemle bir yandan da ajandaya önemli gördüğü yerleri yazıyordu. Elimde tuttuğum meyve tabağını, Mustafa'ya vermek için gelmiştim aslında çalışma odama. Bana ait olan bir yerde şimdi bir başkasının çalışıyor olması, her ne kadar gururuma dokunsa da bazen mutlu olmuyor da değildim. Çünkü öğrendiği yeni bilgileri bana anlatmaktan büyük bir keyif alıyordu Mustafa. Onu dinlerken, gözlerim çürümüş dişlerine ve yara bere içinde olan ellerine takılırdı. Ellerine baktığımı fark edince, utanır, romanın sayfalarıyla kamufle ederdi küçücük ellerini. O anda bakışlarımı rüzgarın uçuşturduğu perdeye çevirir, ardından hemen başka bir konu açmak için çabalardım. Herhangi bir işle meşgul olan insanları izlemek bana haz verirdi, o yüzden olsa gerek tam tamına yirmi dakikadır Mustafa'yı izliyordum. Önündeki kitaplara öyle dalmıştı ki odaya girdiğimi fark etmemişti bile. Adımlarımı yavaş yavaş atarak meyve tabağını çalışma masasının üzerine bıraktığımda aniden irkilen Mustafa:
"Hııııh, çok korktum!" diyerek gözlerini kocaman açtı. "Ne zaman geldiniz? Vallahi fark etmedim." deyip elindeki kalemi masanın üzerine bıraktı.
Mustafa'nın aniden değişen yüz ifadesine gülümseyerek: "Yeni geldim sayılır." deyip kitaplığın önündeki tahta sandalyeyi Mustafa'nın hemen yanına çekerek oturdum. "Bugün bana hangi hikayeyi anlatacaksın?"
Gözleriyle beni takip eden Mustafa, sımsıcak bakışlarını tekrar çalışma masasının üzerindeki kitaplara çevirdi. Ardından, eline aldığı portakal dilimini iştahla yemeye başladı. Ağzı dolu bir şekilde: "Kozadaki kelebeğin hikayesini anlatacağım." dedi.
"Önce ağzındakileri bitir, öyle anlatırsın." dediğimde gülümseyerek başını hafifçe salladı.
Dolu dolu olan yanaklarındaki portakalları da iştahla mideye indirdikten sonra iri bal rengi gözlerini, gözlerime dikti.
"O halde anlatmaya başlıyorum Çiğsel Hanım."
"Hanım değil Mustafa, abla!"
"Tamam Çiğsel Abla."
"Heh, şimdi oldu. Haydi anlat bakalım."
"Bir gün, adam ormanda gezerken bir kelebeğin kozasından çıkmaya çalıştığını gördü. Kozasındaki küçük delikten çıkmaya çabalayan kelebeği saatlerce izledi. Sonra adam, kelebeğin kozadan çıkmak için çabalamaktan vazgeçtiğini, gücünün kalmadığını düşündü. Kelebeğe yardım edeyim de kolayca çıksın diye düşündü ve kozadaki deliği daha rahat çıksın diye büyüttü. Bu sayede kelebek kozasından kolayca çıkabildi. Fakat çıkmaya daha hazır değildi, bedeni hala kuru ve kanatları buruş buruştu. Adam, kelebeğin gücünü toplayıp, kanatlarını açıp, uçacağını düşünüyordu. Ama kelebek kozasından zamanından önce çıkmıştı. Ne kadar çabalasa da uçamadı ve buruşmuş kanatlarıyla yerde sürünmeye devam etti. Adam iyi niyetli bir şekilde kelebeğe yardım etmeyi istemişti ama bilmediği nokta; kelebeğin kozadan çıkmak için çabalaması, bedenindeki sıvının kanatlarına gitmesini ve bu sayede doğru zamanda kozasından çıktığında uçabilmesini sağlayacaktı." dedi ve başını elindeki kağıttan kaldırdı.
"Bu çok güzel bir hikaye Mustafa. Aslında birine yaptığımız bir iyilik ona zarar verebilir, düşünmeden yapılan her davranış sonrasında mutlaka pişmanlığa yol açacaktır. Ben bu hikayede biraz da sabrın ne kadar önemli olduğunu gördüm. Eğer o adam sabretseydi, kelebek uçabilecekti ama ona iyilik yapayım derken kötülük yaptı. Evet, bilinçli olarak yapmadı ama zorluklar karşısında da mücadele etmeli insan."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
PARANOYAK (BİTTİ)
General Fiction"Aslında bakarsan etrafındaki çoğu insan kimsesiz ve terk edilmiş. Sen her ilkbaharda çiçeklerle bezenen ağaçların, her sonbaharda acımasızca terk edilmediğini mi sanıyorsun? İnsanoğlu bile o çok sevdiği fani dünyayı terk edecek, bu dünyaya alışman...