Eveeet! Yazmaktan uzun süre elini eteğini çeken yazarınız olarak sonunda size 2. seriyi sunmaktan gurur duyuyorum :P :D Umarım beklentilerinizi karşılayan bir seri olur. Çünkü zaten 2.seriyi yazarak büyük bir risk aldığımı düşünüyorum ama umarım vote ve yorumlar artar :D
Tate Budd 18 yaşında atılgan bir gençti. Kendini geliştirmek ve ailesinin eline bakmamak için gazeteye ilan vererek iş aramaya karar verdi. Özellikle şehirde çalışmak istiyordu, annesi, babası ve dört kardeşiyle yaşadığı köyün tozundan, toprağından, pisinden uzaklaşmak için...
Ertesi hafta annesi Delia çalan kapıyı açtığında, kendini Farmingdale, Long Island'dan Frank Howards diye bir çiftçi olarak tanıtan, yaşlıca bir adam duruyordu karşısında. Tate'le iş hakkında görüşmek istiyordu. Delia 5 yaşındaki Beatrice'e gidip arkadaşında olan abisini çağırmasını istedi. Yaşlı adam küçük kıza gülümsedi ve bir çeyreklik verdi. Tate'i beklerken, Delia adamı inceledi. Şefkatli bir yüzü vardı, gri saçları ve gri sarkık bir bıyığı vardı. Bayan Budd'a hayatını şehirde içmimar olarak kazandığını söyledi. Ama artık emekli olduğunu ve kazandıklarıyla aldığı çiftliğe yerleştiğini anlattı. Altı çocuğu tek başına yetiştirmişti, çünkü karısı onu 10 yıl önce terketmişti. Çocuklarının yardımı, çiflikteki yardımcıları ve İsveçli aşçısı ile yüzlerce tavuk ve altı tane ineği yetiştiryiordu. Ama şimdi yardımcılarından biri ayrılacaktı ve yerine birini arıyordu. O sırada gelen Tate boyu-posuyla dikkat çekiyordu ve kendini iyi bir işçi olarak göstermeye çalışıyordu. Bay Howards ona haftada 15 $ teklif etti. Tate ise bu teklifi büyük bir sevinçle kabul etti. Hatta Tate'in en yakın arkadaşı Willie'yi de işe almayı kabul etti Bay Howards. Cumartesi hazır olmalarını onları gelip alacağını söyleyerek gitti.
Çocuklar ve aileleri bu kadar çabuk cevap gelmesine ve bu kadar kazançlı bir iş bulmalarına çok sevinmişlerdi. Ama cumartesi günü kimse gelmedi. Sadece elle yazılmış, meşgul olduğunu ama yarın geleceğini belirten bir not geldi. Ertesi sabah 11′de Frank Howard elinde çiftliğin ürünleri olduğunu söylediği çilek ve taze süzme peynirle geldi. Delia mutlaka öğle yemeği için kalmasını istedi. Baba Budd'da bu sayede oğlunun yeni işvereni ile tanışma ve konuşma fırsatı buldu. Babaları mutlu eden türden bir muhabbetti. Nazik ve müşfik bir adamdı ve coşkuyla 20 dönüm tarlasını, arkadaş canlısı yardımcılarını, doğal ve basit, ama mutlu çiftlik hayatını anlatıyordu. Oğlunun ihtiyacı olan şeyin de bu olduğunu biliyordu. Albert Budd bir hayat sigortası satıcısıydı, hep sakin ve uysal bir insandı. Yaşlı adamın kırışık takımının görünümü hiç hoşuna gitmemişti, ama genel havası inandırıcı ve kibardı. Yemeğe oturduklarında kapıdan içeri şarkı mırıldanan sevimli bir kız geldi, bu 10 yaşındaki Gracie'ydi. Büyük kahverengi gözleri ve koyu kahverengi saçı, açık renk teni ve pembe dudaklarıyla güzel bi tezat oluşturuyordu, ilerde çok can yakacak bir kız olacağı belliydi. Kiliseden geliyordu ve üzerinde pazar kıyafeti vardı: Beyaz ipek elbise, beyaz kısa çorap ve boynunda inciden bir kolye... Bu halde yaşından daha olgun duruyordu.
Frank Howards; onunla karşılaşan hemen hemen her erkek gibi uzunca bir süre ondan gözlerini alamadı. "Bakalım hesabın nekadar iyi" diyerek ona kalınca bir deste para verdi. Budd Ailesi adamın üzerinde bu kadar para taşımasından etkilenmişti. "Doksan-iki Dolar ve elli Cent" diyerek Gracie parayı iade etti. "Ne kadar parlak bir çocuk" diyen Howard, ona, kendine ve kızkardeşi Beatrice'e şeker alması için 50 cent verdi. Howards onlara akşama doğru uğrayıp Tate ve Willie'yi alacağını söyledi, ama önce şehire inmesi gerekiyordu, kız kardeşinin çocuklarından birinin doğum günü partisi vardı. Gençlere sinemaya gitmeleri için 2′şer dolar verdi. Tam çıkmak üzereyken, yeğeninin doğumgününe Gracie'yi de davet etti. Ona iyi bakacağını ve akşam 9′dan önce eve döneceklerini söyledi. Delia kız kardeşinin nerde oturduğunu sordu, Columbus'ta 137nci caddede diye adres aldı. Tam emin olamıyordu ve yollamak konusunda karasızdı ki, babası kız için iyi olacağını söyledi.
"Bırak zavallı kız gitsin, eğlenmek için çok fırsatı olmuyor..." dedi.
Delia, Gracie'ye en iyi mantosunu giydirdi ve gri çizgili şapkasını taktı. Onları kapının önüne kadar geçirdi ve yürüyerek gözden kaybolmalarını izledi. O akşam ne Frank Howards'tan ne de Gracie'den bir iz yoktu. Uykusuz ve habersiz geçen korkunç bir geceden sonra genç Tate karakola kızkardeşi'nin yokluğunu bildirmeye gitti. Ve o andan itibaren dedektif Lena Longoria'nın macerası başladı...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gri Adam (Cesetten Eşyalar 2.Seri)
HorrorBir ceset, canlı bir bedenin taşıyamayacağı bir güzellik ve saygınlık taşır.