Elif'in dedesi ufak çaplı bir kalp krizi geçirmişti. Her ne kadar ciddi bir kriz söz konusu olmasa da, ilerleyen yaşı ve tıkalı olan damarları nedeniyle bunu bile kaldıramamıştı. Elif dedesini çok seviyordu üstelik. Seneler boyunca Erenlerle birlikte ilk yıllarda oyun oynamak için, daha sonra olgunlaşınca da dışarıya çıkıp gezmek için ondan izin alırdı. Çünkü anneannesi veya annesi, ona tolerans göstermezdi pek. Bu durumda kurtarıcısı dedesi olurdu. Elif, dedesinin damarlarında tıkanıklık olduğunu öğrendiğinde Erenlere şakayla karışık bir söylemde bulunmuştu. "Umarım ben de Dilan gibi olmam, bununla başa çıkamam." Diye. Çünkü Dilan, bu konuda oldukça deneyimliydi. Canından çok sevdiği dedesini kaybettiği için bu durumda onu anlayabilecek tek kişi Dilan'dı. Mesafeler yüzünden onunla bir araya gelemeseler de Merve'den İlayda'ya, Dilan'dan Sude'ye herkes Elif'e olabildiğince destek oluyordu.
Olaydan bir hafta sonra İlayda eline telefonu alıp Eren'le Elif'e siteye geleceğinin haberini verdi. Hep birlikte alışveriş merkezine gittiler. Orada birbirinden komik videolar çekip almasalar bile bir sürü ürün baktılar. Müzik kasetleri, dergiler, kitaplar... Daha sonra yemek yemeye girdiklerinde birbirlerine fırlattıkları ketçaplar ve mayonezler. Dondurma yerken birbirlerine şakayla karışık verdikleri subliminal mesajlar...
Üçü birlikte markete girip tekrar abur cubur aldıktan sonra sahile geçtiler. Kayalıklara oturdukları an Eren onların gülüşlerine ve sohbetlerine eşlik etse de, aklı denizin diğer ucundaki şehrin kıyılarındaydı. Oradaki hayatlarda, oradaki renklerde. Oradaki gelenek ve göreneklerde...
Eren Sezgin'e birkaç gündür yazmamış olmasının sebebi olarak Elif'in dedesini gösterdi. Sezgin bu duruma üzgün olduğunu söyleyerek Elif'le konuşmak istediğini belirtti. Onu tanımamasına rağmen, mesaj yoluyla bile olsa bazı şeyler söylemişti. Bir nebze olsun yüzü gülüyordu Elif'in. Canlılığından bir şey kaybetmemişti en yakınındaki ölüme rağmen, İçinde her ne kadar fırtına koparsa kopsun gülümsemeye devam ediyordu.
Kayalıklarda günbatımı manzarası eşliğinde Elif ve İlayda'yla birlikte çekildiği fotoğrafı Sezgin'e gönderdi Eren, yine toplandıklarını belirterek.
"Vay ortam çok güzel, dikkat edin ama kendinize, uçmayın denize."
Mesajının peşinden bir fotoğraf gelmişti Sezgin'den. Güneş Ankara'da batmıştı bile, dağların arasında bıraktığı sarımsı rengin manzarasını içeriyordu fotoğraf.
"Bu da benim manzaram. Bir denizimiz yok ama böyle işte."
Eren yine mutlu olmuştu onun bu yakınlığına. Gerçekten abisi gibi hissettiren biriyle konuşmak, hiç dokunup göz göze gelmediği birinden bu samimiyeti görmek onu mutlu ediyordu. Elif'in durumu ve Sezgin'e karşı olan sebepsiz sevgisizliği yüzünden mutluluğunu dile getirmiyordu Eren. Sezgin bir şey yaptığından değil, olur ya bazen insanlar araya güneş sistemini dahi sokmaya çalışsanız ısınmaz karşısındakine. Elif de öyleydi işte, ona karşı sıcak bakmıyor ve Eren'in kendisinden yaşça büyük insanlara gereksinim duymasını garipsiyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kırmızı Cuma
Non-Fiction2016 yılının yaz mevsiminde hayatının dönüm noktasını yaşayan Eren karakterinin hayatını ve çevresindekilerin hayatını anlatmaktadır. Yıllar boyunca herkes birbirleri için değişecek ve birbirlerinin kusurlarını kabullenecek kadar iyimser davranmıştı...