Saat gece yarısı olmuştu ve soğuk gittikçe etkisini artırıyordu. “Üşümüyor musun”, diye sordu kadın “Ben üşümem”, dedi adam ve ceketinin cebinden çıkardığı cep votkasından bir fırt aldı, ağzını çalkaladı ve yuttu. Kadın çaresizce adama baktı ondan bir şeyler bekliyordu ve fazla geçmeden bunun yanlış bir fikir olduğunu anladı. Kendi başının çaresine bakmalıydı. Öylece donarak ölmeyi bekleyemezdi ama bir dakika adam konuştu: “Hey ahbap, gerçekten üşüyor gibi duruyorsun”, dedi ve kolu ile burnunu sildi. Kadın şaşkın bir ifade ile anca başını sallayabildi. Adam oturduğu yerden kalktı, genizden çekti ve sağlam tükürdü, biraz esnedi ve kulübeyi terk etti. Kadın korkmuştu. Acaba geri gelecek miydi adam? „Tanrım, ona muhtaç olmak ne kadar kötü.”, diye içinden geçirdi, etrafına bakındı ve eski ve gayet pis görünen bir çarşafa benzer bir örtü bulup ona sarıldı. Kafasını duvara dayayıp uykuya daldı.
Gözlerini hafifçe araladı ve “Tanrım, ne hoş bir koku”, diye düşündü kadın. Yaklaşık 3 gündür bir şey yemiyordu. Yalnızca adamın pis kokusu ile karışık kulübenin hararetli kokusunu çekiyordu. Fakat gözlerini tam açtığında inanamadı, bu gerçekti, adam avladığı tavşanı pişiriyordu. Ama kadına verecek miydi? Vermese bile ateşin sıcaklığı kadına yeterdi şimdilik. Kadın pişen tavşana yaklaştığında adam kükredi: ”Dur, onu ürküteceksin”, dedi.
Kadın şaşkın şaşkın adama baktı. Adam devam etti: “Görmüyor musun hayvanı?”, dedi. Kadının tek gördüğü pişen ölü bir tavşandı ve onunda ürkmesi imkânsızdı. Kadın anlam veremediği adama imalı bir bakış attı ve adam: “Hanimiş benim minik tavşanım?”, diyerek yanındaki yavru tavşanı eline aldı ve sevmeye başladı. Sözlerine melodik bir şekilde devam etti: “Benim minik tavşanım, benim minik tavşanım, annesi tatlı tavşanım, babası kaçmış tavşanım”, derken sözleri keskinleşmiş ve yavru tavşanı sıkmaya başlamıştı. “Lanet olası babası kaçan yavru tavşanım”, diyerek devam ederken artık sözler dişlerinin arasından çıkıyor ve yavru tavşanın boğazını iyice sıkıyordu. Elindeki yavruyu havaya kaldırdı ve ona bağırdı: “Baban nerede? Söyle bana, baban nerede?” Minik hayvan can çekişiyordu.
Kadın bir şeyler yapmalıydı ama en az minik tavşan kadar korkuyordu, anca kısık bir sesle: “Dur”, diyebildi. Adam kadına döndü ve ona keskin bir bakış attı, tükürdü, tek eli ile tavşanı kadına verdi. Kadın bakakaldı, alamadı minik tavşanı. Hala olayın etkisindeydi. Adam: “Ahbap, al şu lanet hayvanı”, dedi alaycı bir sesle. “Bir insan nasıl bu kadar çabuk duygu değişimine girebilir?”, diye kadın içinden geçirdi, oysaki kendi hala korkar iken adamın sinirli hali gitmiş ve yerini gayet neşeli bir şekilde yemeği pişiren biri almıştı. Sahi, kadın çok açtı ama o tavşanı yavrunun önünde yiyebilecek miydi? Belki de buna gerek kalmayacaktı çünkü adamın salyaları akıyordu. Kadın pişen tavşanı kendisi ile paylaşacağından emin değildi ve beklemekten başka çaresi yoktu