8. Bölüm General

4.1K 304 20
                                    


Atımın üzerinde ilerken boynumda hissettiğim sızı ile gözlerimi kapattım. Açtığımda bir tepenin başında üzerimde hafif metalden yapılma bir zırh ve elimde birleştirdiğim ikiz kılıçlarımla duruyordum. Nefeslerim sık ve düzensizdi. Zırhımın üzerinde bana ait olmayan kan lekeleri vardı. Önümde muhteşem bir saray duruyordu. Etrafı tamamen yemyeşildi. Çeşit çeşit ağaçlar, bitkiler ve çiçekler ile süslüydü. Çevresi oldukça renkliydi. Saray'ın ihtişamı ise anlatılamayacak kadar güzeldi. Gümüş rengin hâkim olduğu 4 kubbeden oluşan Saray'ın en büyük kubbesinin üzerinde siyah Elmalı beyaz bir sancak vardı. Hışımla arkamı döndüğümde ise...

Kaos...

Gördüğüm manzarayı tanımlayabileceğim tek kelime idi. Ölü ve yaralı binlerce insan yerde yatıyordu. Geriye kalan yüz binlercesi ise son kalan güçleri ile dövüşüyorlardı.

"Safir." Dedim. Ve birçok çığlığın arasında üzerinde bulunduğum tepeden daha büyük, aklınıza gelebilecek her şeyden daha ihtişamlı ve ölüm saçan bir ejderha gökte belirdi. Gümüş renkli, sağlam olduğu belli olan ama üzerine giydirilmiş mi yoksa ejderhanın vücudunun bir parçası mı belli olmayan bir zırh, zırhın açıkta bıraktığı yerlerde yer yer siyah ve safir renkte pulları ve kafasında altı tane boynuzu olan ejderha uçarak bulunduğum tepeye doğru geldi. Kocaman safir renkli gözlerini bana diktiğinde Mina'nın sesini duydum. Bana sesleniyordu ama ben ejderhanın gözlerinden gözlerimi ayıramıyordum. 'Diana.' Diyordu Mia. Kafamı sallayıp silkelendim ve tekrar o büyük, ihtişamlı ejderhaya baktım.

"Bana onu getir Safir." Dedim. Ejderha koca kafasını eğdikten sonra zar zor üzerinde durduğu tepeden havalandı. Uçarak saraya doğru yönlendi.

"Durga, Yakut, Karna! Büyücüleri öldürün!" diye seslendiğimde Safir'e göre daha küçük ejderhalar ufukta belirdi. Savaş alanına yaklaştıklarında ise seçtikleri, büyücü olduğunu düşündüğüm insanlara alev püskürtmeye başladılar.

"Firactus, Nosfer, Gorgonus! Düşman askerlerini bir bölgede toplayın." Dedim arkadan gelen üç ejderhaya.

"Ursa, Ferga, Golder, Jagra! Sizde gümüş askerleri koruyun." Dedim onlardan sonra gelen dört ejderhaya.

"Deci! Adam'ı bul ve bana getir." Dedim en son gelen Safir'in büyüklüğünde rengarenk ejderhaya. O bir yöne doğru uçmaya başlayınca tek tek görevlendirdiğim ejderhalara baktım. Görev vermiştim ama onlara bir şey olacak diye de korkuyordum. Ya yaralanırlarsa ya ölülerse? En son gönderdiğim ejderhanın sesini duyunca gözlerimi o rengarenk olan, adını Deci koyduğum ejderhaya diktim. Safir'in aksine o kadar da ölüm saçmıyordu. Aksine, rengarenk tüylerle bezenmiş bir kuş gibiydi. Tek farkı tüyü değil de pullarının olmasıydı. Deci'yi biraz daha inceleyip bulunduğum tepeye inmesini bekledim. İnince ona gülümsedim ve kafasını yere dayamasını izledim. O koca kafası yere değince sırtında bulunan Adam bütün ihtişamı, çekiciliği ve dehşeti ile yere atladı. Adam sırtından inince kükreyen Deci'ye elimi uzattım. Kafasını bana doğru uzatıp kocaman burnunu elime sürttü. Ona daha çok gülümseyip biraz daha okşadım. Adam ise bizi hayranlık ile izliyordu.

"Mia'nın yanına git ve onu yalnız bırakma." Dedim Deci'ye. Emrime anında itaat edip koca gövdesini havalandırdı ve uçarak dört ejderhanın koruduğu yüzbinlerce gümüş askerin yanına gitti.

"Prensesim..." demesi ile Adam'a döndüm. Safir'i işaret etti gözleri ile. Aynı anda da Safir'in acı kükremesini duydum. Sarayın üzerinden bize doğru geliyordu. Sağlam görünüyordu. Ve sağ ön pençesinde biri vardı. Ama yaralanmıştı. Öyle hissediyordum. Tepeye yaklaşınca pençesindeki adamı adeta fırlattı. Adam hızlı adımlar ile yere düşen adamın yanına giderken bende Safir'in yanına gittim. Gözleri gözlerimi bulduğunda acıyı gördüm. Canı acıyordu.

Gümüş Kraliçe (ASKIDA)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin