4 AY SONRA (2018 NİSAN)
Her ölüm kendi acısını getirir.
Her ölümün hüznü başkadır.
Her ölümle bir parça da senden kopar gider.
Bir daha yerine koyamayacağın bir parçadır o.
Yalnızlaşırsın.
Her ölümle etrafın tenhalaşır.
Hele yıllar ilerledikçe gelen ölüm haberleriyle ıssız adam olmaya başlarsın.
Geçmiş uzar, gelecek kısalır!
İlerleyen yaşlarda hem dostluğun kıymetini, hem hayatın acımasızlığını daha çok anlarsın.
Hayatla ölüm içiçedir.
Yapabileceğin bir şey yoktur.
Hayat böyledir işte.
Bir varsın, bir yoksun hikâyesi...
Başak, Batuhan'ın kendisine ettiği evlenme teklifini kabul etmiş ve beklenen düğün günü gelip kapıya çatmıştı. Merve kendi evine girmek istediği ilk gün kapının önünde saatler boyunca dikilse de en sonunda bunu başarmıştı. Dilan'ın dediği gibi Sezgin daha ölmemişti.
İkinci dönem başladığında acısı bir nebze olsun hafiflemiş bir şekilde dönmüştü Ankara'ya. Oradayken kendini büyük bir boşlukta hissediyordu. Eren sitedeki herkesle arasını düzeltip yoluna koyarken kimse Merve'yi de yalnız bırakmamaya çalışıyordu.
Yalnız başına Ankara sokaklarında yürüdüğünde, 19 Mayıs Stadyumu'nun yakınlarından geçtiğinde aklına sürekli o geliyordu ve burnunda onun kokusunu hissediyordu. Sanki bir el, onun bedenine yine dokunacakmış gibi hissediyordu.
"Sensizlik:
Ölüm meleğinin yüreğime her nefes alışımda dokunuşu gibi bir acı."
Eren'in ilk günlerde ona gösterdiği yakınlık sayesinde ilk kendine gelişini hissetmişti Merve. Bir süre sonra da Batuhan'ın evlenme teklifi ettiğini ama maddi olarak rahatlaması gerektiğini öğrenince Merve bunu kökten çözdü. Zekeriyaköy'de satılık bir mekanı Sezgin'in kendisine bıraktığı parayla aldı. Orayı düğün salonuna çevirebilmek için elinden gelenin en iyisini yaptı ve hiçbir harcamadan kaçınmadı. Renk olarak Sezgin'in sevdiği kırmızı tonlarını kullanmıştı. Başak'ın düğününü de uğurlu geldiğine inandıkları cuma gününe planlamıştı. Sezgin ona evlenmek istediğini söylediğinde kendini dünyanın en mutlu insanı gibi hissetmişti. Bunu tadan ve yaşayan her kızın evlilik hayalleri her şeyin en iyisine layıktı. Araya ölüm kalım girmediği sürece her şeyin en iyisi...
*Sezgin Değer Düğün Salonu*
Evleneceği adamın adını yaşatmak için düğün salonunun ismine bunu koymuştu Merve. Kendisinin hayalleri gerçek olmamıştı belki ama, diğer herkesin hayalleri gerçek olabilirdi.
Sitenin neredeyse tüm kızları Başak'ın gelin odasındaydı. Ayakkabının altına herkes sırasıyla kendi ismini yazmıştı.
Herkes işini bitirdikten sonra oradan çıktı ve içeriye Batuhan girdi. Birbirlerini gördüklerinde o kadar heyecanlılardı ki.
Düğünlerinin teması sadece aşktı! Saraysı havası içerisinde büyük şamdanlarında sadece mumların yanması bile çok romantik ve büyüleyici bir atmosfer sağlıyordu. Çünkü İstanbul'un en füzel noktalarından birinde, gökyüzü ile iç içe, neredeyse 360 derece açıyla bütün İstanbul gözlerinin ucunda ve ayaklarının altında gibiydi.
Enerjisi bir an olsun düşmedi düğünün. Bütün enerjisiyle o gün kendi özel günü gibi hareket eden Metin Bey bir anda 'Metin Abi' olmuştu onlar için. Gecenin sonunda bir anda fotoğrafçılarıyla dans ederken buldular kendilerini.
Merve bile mutluydu o gece. Hiç kimsenin birbiriyle dargın olmadığı bir geceydi. Eren ve Mert dahil. Daha sonra Eren tüm topluluğun arasından ayrıldı ve onlara doğru dönüp derin bir iç çekti. Sude & Berk, Mert & Dilan... Elif, Merve ve hayalindeki Sezgin de. Hepsi mutluydu. Sevgilileri olmayan diğer kesim de dahil... Eren çok şey çıkarmıştı son yıllarda yaşadıklarından.
"Gurur duyuyorum farklılığımla. Gurur duyuyorum, aynı şiddette hissedebildiğim duygularımla. Farkındalıklarımla, hayatımla, ortamımla... Sahip olduğum her şeyle. Aşk yüzünden yaptığım yanlışlarla, aşk yüzünden kaybettiklerimle. Hepsi bana ait yaşanmışlıklar. Hatalar olmasa, insan yetişmezdi. Büyüğün küçüğe sesi yükselmese küçüğün aklı başına gelmezdi.
Sokak köpeğinin hırçın havlayışlarına rağmen ona zarar vermeden arkasını dönüp koşan bir çocuk gibi... Kaçar insan bazen. Geçmişinden, hatalarından, kabullenmenin zor olduğu durumlardan. Aklını kabullenmediği gerçekler meşgul etse de kalbini ve hayalindeki kendini, iç sesini dinler. Bir kış gününde esen lodosun ısıttığı şehir sokaklarından habersiz olup, üzerine yorgan örten insanlar gibi tıpkı. Habersizdir bazen işte, içinde bulunduğu şehirde.
Geç de olsa çıkar sonra bir gün o balkona. Mevsimin adı kıştır ama her yer ılıktır. Denizin ılık suları üzerinden esen lodos okşar yüzünü. Tertemizdir etraf. Olduğu gibidir. Denizin diğer ucundaki şehrin ışıkları alır götürür derinlere. Benliğini sorgular insan. Caddelerde işleyen tek tük araba sesleri yolculuğa sürükler zihnini. Korkmazsın artık bir şeylerden. Çekinmezsin. Ben buyum dersin. Geçmişinde senin yanına dahi yakışmayan insanları gereğinden fazla yücelttiğini fark edersin, sonra tek başına dahi olsan vâr olan güzelliğini...
O gün hışırdayan yapraklar, mevsimine göre uygunsuz o hava, bulutlar ve o ortam beni bana anlatan bir düzendi. Potansiyelimi, hala hissedebildiğimi anlatan bir düzen. Ne olduğunu bilmediğim halde beynimi hiçbir şey yapamazmışçasına meşgul eden düşüncelerimi alıp götüren bir rüzgâr vardı. Ben o gece yeniden tazelendim. Yeniden doğdum. Yeniden iyi ya da kötü tüm duygularımın bana özel olduğunu, hissettiklerimin ve derinliğimin hiç kimseyle kıyaslanamayacağını... Gördüğüm tüm güzelliklerden, burnuma kokan her çiçekten bir anlam çıkarabilecek biri olduğumu anladım. Mutluyum. Ben ve kendim, düşüncelerim... Mutluyuz."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kırmızı Cuma
Phi Hư Cấu2016 yılının yaz mevsiminde hayatının dönüm noktasını yaşayan Eren karakterinin hayatını ve çevresindekilerin hayatını anlatmaktadır. Yıllar boyunca herkes birbirleri için değişecek ve birbirlerinin kusurlarını kabullenecek kadar iyimser davranmıştı...