(İstemeyen bu sahneleri okumayabilir, işin içine biraz cinsellik giriyor)
Ming, uykusunda kim bilir kaçıncı rüyasını görürken açık camının havalanmasıyla odanın içerisinde hoş bir görüntü oluşmuştu. Gecenin üçü; dolunayın parlak ışığı odayı aydınlatıyorken... içeri bir karartı giriverdi.
Hafif ve dikkatli hareketlerle etrafa bakındı. Kimseler yoktu. Kimseler görmüyordu. Yavaşça yatağa yaklaştı. Minghao, üzerindekileri çıkarmış bir vaziyette uyuyordu. Sadece ve sadece çamaşırı vardı üzerinde. Bu, gri ceketlinin işine gelmiş olacak ki açlıkla beyaz tene bir öpücük bıraktı. Bu minik öpücük yerini şehvetli olanlara bırakmıştı. Gri ceketli, altındaki bedenin nefeslerinin derinleştiğini duyduğunda sırıtmıştı. Dudaklarını tende yavaşça indirdi, iz bırakmamaya özen gösteriyordu. Ming, dudaklarından süzülen inlemeyle gözlerini aralayıp karşısındaki gence baktı. Parmakları saçlarına geçmişti. Birbirlerine sürtünüp, dudaklarını tenlerinin her yerinde utanmazca gezdirirlerken, dolunayın şahitliğinde odanın ortasında söndürülemeyen bir ateş yaktılar. Ta ki Minghao sarsılarak kendini bırakana dek. Gözleri kapalı soluklanırken, gri ceketli girdiği gibi çıkıp gitti. Minghao ise harika bir rüyanın etkisiyle gülümseyerek uyumuştu. Yüzünü görememişti, rüyasındaki genç adamın lâkin... verdiği hissi unutacak gibi değildi.
O her şeyi rüya sanıyordu.
Oysaki...
Bu olanlar diğeri için rüya olamayacak kadar güzeldi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Full Moon | Junhao
Fiksi PenggemarTakıntıların sizi ne denli kör edeceğini asla bilemezsiniz. Ya da aşkın.