Bu hikayem, 7 kez çalınınca kendim yayınlama kararı aldım. Aynısı okursanız lütfen bildirin. Şahsen hikayenin benim olduğunu kanıtlayabilirim.
*
Mutluydum ben.
Ufak evimizde gürül gürül yanan sobamız orta karar salonu hemencecik ısıtmışken mutluydum.
Öyle zengin bir aileye sahip değildim. Babam evimizi geçindirecek kadar çalışır annem bana bakardı.
Ufaktım. Ufacık bedenim, bedenimden büyük umutlarım ve beraberinde getirdiği hayallerim vardı benim. Annem beni kollarının arasına alıp sıkıca tutmuş sarmalarken başımın tepesine sıkı bir öpücük kondurdu. Akşam üzeri babamın gelmesine az bir zaman kala annemin dizine yatmış uyku beni esir alırken kulağımda dinlemekten bıkmadığım annemin sesinden şarkıyla uyukluyordum.
Aniden gelen gürültü beni korkuttuğu için doğrulup gözlerimi kırpıştırdım. Annemin endişeyle dudaklarını ısırıp sanki korkunç canavarlar evimizi basmış gibi beni kollarına alışıyla ters giden bir şeyler olduğunu sezmiştim, çocuk aklımla bile. Gözlerine dolan yaşları silmek için minik elimi uzattım. Babam zile basardı, eve girerken gürültü çıkarmazdı ki.
‘‘Misafir mi geldi anne?’’ dedim ilk defa heyecanlanmadan. Annemin buz gibi olmuş dudaklarını alnımda hissederken gülümsedim. Belki de son gülüşlerimden biriydi bu.
Beş yaşındaki çocuk aklımda tek mantıklı sebebim buydu. Gelen babam olamayacağı için misafir olabilirdi. Fakat olaylar çok daha farklı gelişmişti.
Tanımadığımız adam elindeki bıçakla salona girdiğinde annem beni korumak adına kollarını minik vücuduma doladı. Titreyişi korkusunu ele veriyordu, öyle ki benim bedenim sallanmaya başlamıştı. Kim olduğunu bilmesem de adrenalin tüm vücuduma yayılmıştı. Kalbim göğüs kafesimi yarmak istercesine atıyordu. Korkuyordum, bu yabancının yapabileceklerinden korkuyordum.
‘‘Burada değil!’’ diye çığlık attı annem ağlayarak. Sıcak gözyaşları yüzüme damlarken siyah gözlerin mümkünmüş gibi daha da fazla parladığını gördüm. Öfkeden olan bir parlama veya sevinç parlaması değildi bu. Daha çok yapacaklarından dolayı hazla gözlerine yansıyan kötülüktü.
Annemin hıçkırıkları kulağımı ulaşırken beynimde çanlar çalmaya başlamıştı.
'Git!' diye fısıldıyordu içimdeki ses. 'Kaç kendini kurtar!'
Her ne kadar onu duysam da vicdanım gitmeme izin vermiyordu. Kahretsin! Adam, çarpık gülüşlerinden birini bize gönderip ancak bir suçlunun yüzünde oluşacak ifadeyle bize baktı.
‘‘O zaman eğlenmemize bakalım.’’
O adamın sesindeki karanlık ton zihnime, kalbime, bütün hayatıma kazınırken yok olmak ister gibi daha da büzüldüm annemin kucağında.
Tam o an da kemerini çekip çıkardı adam. Düşüncelerim kırbaç misali bedenimin her miline vurdu. Tenim gördüğüm o korkunç kemerden dolayı karıncalanırken kendimi annemin kollarından kurtarıp bir adım geriye gittim. Annem hemen yanımda bitivermişti.
"Lütfen" dedim yalvarırcasına. "Bunu yapma!"
Hayatımda sadece iki kişiden korkmuştum. Biri babamdan, biri de adını dahi bilmediğim bu adamdan. O an Azrail'imi tanıdığımı düşünüyordum.
Siyah cübbesi olmasa da aynı tüyler ürpertici hava onda da vardı. Elindeki kemer onun için bir silahtı ve o silah ruhumun gölgesinde kalan duyguları harekete geçirmişti.
Cesaret, korku, acı…
Yıllarca önce tattığım bu duygular yeniden yüreğimde yerini almıştı. Yabancı, siyah gözlerini kısarak kemeri havaya kaldırdı. Ani bir dürtüyle kaçmak için yeltensem de sırtıma aldığım darbe beni olduğum yere mıhladı. Yüksek perdeden bir çığlık attım. Derim kuyruk sokumumdan enseme kadar kor ateşi misali yanıyordu. Cehennem ateşi dedikleri bu olsa gerekti.
Gözyaşlarım çağlayan misali yanağımdan süzülürken kemer yeniden topak olmuş vücuduma indi. Bu seferki acı öncekine göre daha fazlaydı. Hırsını sanki benden çıkarıyordu. Annem ağlayarak onu durdurmak istese de yabancı kolayca annemi savurdu.
Hedefi annem veya ben değildim. Sahip olduğu hırstı. Kemerin havaya havalanışı ile boğazımı yakan son haykırışımı da gerçekleştirmiş bulunmuştum.
‘‘İmge!’’
Gözlerimi açtığımda ilk gördüğüm kişi; beyaz önlüğü, açık bırakılmış boyalı sarı saçları, koyu kahverengi gözleriyle, endişe içinde beni sarsan hemşiremdi. Göğsüm aldığım sık nefeslerden dolayı inip kalkarken nerede olduğumun farkına vardım.
Ankara’da Yüzüncü Yıl Hastanesinin Sinir Hastalıkları Bölümündeydim.
Durumum o kadar ilerlemişti ki çözümü yatarak tedavi de bulmuşlardı. Kısaca ben herkesin ucube diye çağırdığı, deli olduğu iddia edilen insanlardan biriydim. Her uyuduğumda aynı rüyayı gören acınası bir kızdım.
Gizem -hemşirem- yüzüne bir gülümseme yayılması için çabaladı. Ardından terden alnıma yapışan birkaç tutam saçımı kenara çekti.
Söylemesi gereken bir şey olduğu o kadar belliydi ki. Gözlerine hâkim olan acı eşliğinde huzursuzluğumu almak ister gibi saçlarımı okşamaya başladı.
‘‘Baban geldi, İmge.’’
Üç kelime.
Baban geldi, İmge.
Aynı cümle binlerce kez beynimde dönmeye başlarken onun kollarını ittim. Ne istiyordu? Ben bunları yaşarken gitmişken hangi yüzle geri dönerdi? Gizem yanımdaki komidine uzanıp sakinleştiricilerimden birini eline aldı.
Beyaz, uzun ilacımı itiraz etmeden ağzıma koydum. Eğer babamla görüşeceksem buna ihtiyacım olacaktı. Kendime sahip çıkmam gerekiyordu, gerçekten delirmemem.
Hastane kıyafeti içinde rahatsız olsam da umursamamaya çalışarak terliklerimi ayağıma geçirdim. Bütün enerjim çekilmiş gibi hissediyordum. Babamın geldiğini duymak bile beni yıkıyordu!
Onunla yüzleşmek istemiyordum.
Odamdan çıktıktan sonra koridor boyunca yankılanan çığlığı duyduğumda içime yayılan rahatsız edici hissi görmezden geldim. Burada istediğin kadar çığlık at, bağır, ağla. Kendi ailen bile senin sesini duymazdı.
Hemşiremin peşinden sakince yürürken gözlerimi beyaz fayanslara diktim. Her şeyi beyaz yaparak bizi delirtiyorlar daha sonra da hasta damgası vuruyorlardı!
Doktorumun kapısının önüne geldiğimizde vücudum gevşemeye başlamıştı. Erimiş çikolata kıvamına ulaşmak üzereydim sanırım.
İlaç etkisini gösterirken gözlerimin önünde mor benekler uçuşmaya başladı. İlaçların bazen yan etkisi olabiliyordu.
‘‘Hazırım.’’
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Aşka Dokunuş ღ
Teen FictionAklım mızrak, kalbim miğferdi küçük bedenimde. Aşk ise ezeli düşmandı.