Şiddetle başlayan hazlar
şiddetle son bulurlar
ölümleri olur zaferleri
öpüşürken yanıp tutuşan ateşle barut gibi℘
Çocukluğumda, tüm bu geçtiğim koridorları tıpkı şimdiki hayranlığımla izlerdim. Barok sanatının hayat bulduğu bu katedralde gördüğüm her şaheseri bana tanrının kusursuzluğunu anlatacak şekilde algılamakla yetiştirilmiştim. Bunun en büyük temsilcisi tabi ki kendimi bildim bileli akıl hocam olarak benimsediğim babamdı.
Eğer yetiştirilirken kıyas yapmak zorunda olsaydık, emindim ki ben ve o dönemler duyduğum hayranlık nedeniyle kendisine bakarken bile gözlerimin parladığı babam arasında, sevgi dolu bir baba oğul ilişkisi maalesef söz konusu değildi. Çocuk aklımla ortada dolaşan benim aksime onun kendi hırsları, kendi sorunları ve kendi hayalleri vardı. Çok uzun bir süredir piskopos olmak için uğraşıyordu mesela. Ve amacına her geçen gün daha da yaklaştığını söyleyebilirdim. Fakat bu, onun hırsları için yeterli değildi. Eninde sonunda tek istediği şey, yüzden fazla kardinal ile buradan pek de uzak olmayan Sistin Şapeli'ne* kilitlenmek, ve o gün geldiğinde Papa seçilebilmekti. O, bu yolda yürürken de bana her zaman verdiği tavsiye kulaklarımda çınlıyordu.
İnan, Jungkook. Seçtiğin yollara, bulduğun çözümlere, kalbinin sana fısıldadığı akıbete. Ve sorgulama onları, çünkü kalbinin derinliklerinde sonsuz bir Tanrı sevgisi yatıyor
Bu yüzdendir ki, ne zaman ruhumu çıkmazda hissetsem kalbimin beni götürdüğü yere gitmenin en doğru karar olduğuna sorgusuz inanmıştım. Belki de babamdan aldığım en doğru öğüt buydu. Lakin tam da şu an, bu katedralin uzun, büyük koridorlarından geçerken onun beni çok yanlış bir yere götürdüğünü içten içe biliyordum. Ama o ne diyorsa doğruydu değil mi? Kalpten gelen şey yanlış olmazdı, çirkin olmazdı.
℘
Uzun bir yürüyüşten sonra, onu yine Pieta'nın önünde buldum. Şaşırmalı mıydım bilmiyorum, ama gitmemişti. Uzaktan bakıldığında ince ve bakır rengi kaşları çatıktı. Kollarını saygın bir beyefendi gibi arkasında birleştirmek yerine göğsünde bağlamıştı. Ve heykele, sadece gözleriyle baktığı çok belliydi.
Dürüst olmam gerekirse onu babamın yanına göndermek, hayallerini alıp dipsiz bir kuyuya atmakla eşit seviyedeydi. Çünkü bunun bir saçmalık olduğu ve kilisenin böyle bir şeyi kabul etmeyeceği çok belliydi. Lâkin ilgi çekici olan ise, bu garip fikirlerinden bahsederken gözlerinde beliren tutkuydu. Sahiden kalpten inanıyordu demek anlattıklarına.
O, gözlerini kapatıp derin nefesler verirken hemen yanında durdum. İyi bir tahmin yeteneği olmalıydı ki, ayak seslerimi işittiğinde gözlerini açıp bana dönmeyi lüzumsuz bularak dümdüz durmaya devam etti.
"Bana bu katedralin tarihinden bahseder misiniz rahip" Gözlerini açmış olsa da hala bana bakmıyordu.
"Bildiğiniz gibi; Hz.İsa'nın 12 havarisi, kendisinin ölümünden sonra Hristiyanlığı yaymak için dünyanın çevresine yayılmıştı. Peygamberimizin en yakın havarisi Petrus ise burada, Roma'daydı. Bu katedral onun mezarı üzerine büyük zorlukla inşa edilmiş. Michelangelo burayı tamamlayana kadar birçok sanatçı ömürleri yetmediği için yarım bırakmak zorunda kalmış."
"Yani demek istediğiniz insanlar birbirlerinin yarım kalan işlerini tamamlayabiliyor." Bedenini bana döndürüp yüzüme dimdik bakmaya başladı. Ama yüzündeki ifadenin okunamıyor olması, karşısında duran her insan için rahatsız edici olabilirdi. Onun içindekine ulaşmak, bir kayayı parçalamakla eşit gibiydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Renaissance in Blood ✾ Jikook
Fiksi Penggemar"gel ey gecedeki gündüz. çünkü sen gecenin kanatları üstünde, kuzgunun sırtındaki kardan ak görünürsün. ver bana onu, sonra öldüğü zaman al da küçük küçük yıldızlara böl onu; göğün yüzünü öyle bir süsler ki, bütün dünya geceye gönül verir de tapmaz...