routine life {dietitian, therapy, crying}

174 8 3
                                    

Bugün kutsal çarşambaydı. Her 2 haftada bir Diyetisyen ve terapistimle randevum oluyordu. Gitmek istemiyordum. Kendimi her doktora gittiğimde daha da kötü hissediyor ve sorunlarım beni yiyip bitiriyordu. Gitmemek için anneme bahane aramak değil, galiba kilo vermem ve akıl sağlığımın yerinde olması gerekiyordu.
"Afra! Hazırlan geç kalıyoruz!"
-
Arabaya bindiğimde cebimden telefonumu ve kulaklığımı çıkartıp başımı cama yasladım. Geçtiğimiz tüm yollarda sanki kendimi görüyordum. Birinci sokakta 115 kilo, ikinci sokakta 100 kilo, üçüncü sokakta 90 kilo...
Kendimi böyle hayal etmem sürekli beni motive ediyordu. Sanki her bir sokak tabelasında kulağımda kulaklıklar, düşünebildiğim en güzel kıyafetler, yapılmış güzel saçlar ve güzel bir vücutla hayal ediyordum kendimi.
-
Diyetisyenin özel kliniğine gelmiştik. Arabadan indim ve annemle beraber kliniğe doğru yürüdük. Randevumuz olduğu için sıra beklemedik ve direk doktor odasına girdik.
"Hoşgeldin Afra, hoşgeldiniz Ezel Hanım."
Klasik 'hayat nasıl?, verdiğim diyeti düzenli uyguluyor musun?, diyet listende memnun olmadığın yiyecek var mı?bla bla bla...' faslından sonra asıl beni heyecanlandıran tartılma bölümüne geldik.
"Evet Afra, 2 haftadan sonra ne kadar kilo verdiğini görmek istiyor musun?"
Hızlıca kafamı salladım ve doktor omuzlarımdan tutarak beni tartıya doğru yürüttü.  Tartının üstüne bindiğim gibi 110 civarı rakamlara çıkması beni çok üzüyordu. Kendimi hiç kilo veremeyecekmiş gibi hissediyordum.
"İnebilirsin Afracığım."
Doktor kendi masasına doğru yöneldi ve not defterinden benim 2 hafta önceki kiloma ve bilgilerime baktı.
"Evet Afra! 2 haftada 1,5 kilo vermişsin! Bu muhteşem!  116,85 kilodan, 115,36 kiloya inmişsin. İyi iş çıkardın."
Annem duyar duymaz gelip omuzlarıma atladı. Doktor ve annem aralarında komik bir espri varmış gibi gülüyorlardı. Mutlu olmamamın sebebi ise daha düşük bir kiloda çıkmayı umut etmiştim. Bu 2 hafta beni açlık grevindeymişim gibi hissettirmişti. Doktor yüzümdeki donukluğu farkedince 'Ne oldu?' gibi sorular sormaya başladı. Bende ufak tefek yalanlarla geçiştirdim. Nihayet diyetisyen de geçirdiğim gereksiz dakikalardan sonra psikiyatristime doğru yola çıktık. Aslında terapi doktorumu, diyetisyenime göre kat kat daha çok seviyordum. Çünkü o bana kilolarımı değil, mükemmel olduğumu, daha aşırı hastalıklara da düşebileceğimi, halime şükretmemi hatırlatırdı.
-
"Merhaba Afra, bugün nasılsın?"
terapistim Dr.Yılmaz ile karşılıklı oturup çay içip sohbet etmeye bayılıyordum. Onu gerçek arkadaşımmış gibi görüyordum.
"Saçma sapan ve nasıl daha saçma geçebilirdi diye kendimi sorguladığım bir diyetisyen randevumdan geldim. Sizce nasıl olabilirim?"
Çayından bir yudum aldıktan sonra Dr.Yılmaz gözlerimin en içine baktı ve sanki 'seni anlıyorum,bunlar geçici' dermişçesine kafasını salladı.
"Kendimi 2 haftadır birşey yememeye zorluyorum. Nerdeyse sabah ve akşam yemeği dışında şu Allahın 2 haftasında verebildiğim kilo, sadece 1.5 kilo! Her sabah düzenli bir şekilde yürüyüşe çıktım. Evde boş oturduğum her dakika ya kitap okudum ya da kendimi bir yerlere gitmeye zorladım. Ama sıçtığımın bünyesi bana sadece 1.5 kilo kaybettirdi!"
Gözlerim yavaş yavaş dolarken doktorun elini omuzumda hissettim. Diğer eliyle peçete verirken konuşmaya başladı.
"Afra, bu işler maalesef kolay olmuyor. İlk 3 ay vücudunun yeni düzenine alışması lazım. Belki bazı aralıklarda kilo alacaksın, belki daha fazla kilo vereceksin. Ama emin ol gerçekten bir işte sabırlı bir şekilde çabalıyorsan sonucunda başarısız olmama gibi bir ihtimalin yok."
Daha da fazla ağlamamak için kendimi sıktığım da aklımdan geçen 2 seçenek;
•Ya ağla, içini dök!
•Ya da tut kendini, terapinin bitmesi için doktorun dediklerini anlıyormuş gibi yap. Nasılsa eve gidince ağlayacaksın.
2.seçenek daha mantıklı geldi ve doktorun söylediklerini dinliyormuş ve anlıyormuş gibi yaptım. Ama bir söylediği gerçekten çok ilgimi çekti..
"Zafer her zaman senindir, Başarısız olduğun zaman sadece kendinden koptuğun andır. Kendini tekrardan hayata bağlamak bir ayakkabı bağcığı gibi kolaydır. Sadece inanman gerekir.",
...
-
Eve gelir gelmez hızlıca odama çekildim ve anneme günlük olarak tabir ettiğim ancak benim için 'günah defteri' olarak bildiğim defteri yatağımın altından çıkarttım. Ağlayarak içimdekileri sayfalara döktüm. Sanki yazdıkça her aklıma kazınan olay, sayfalara geçecekmiş ve olayı unutacakmışım gibi geliyordu. Hiç bir zaman, asla ama asla böyle bitmedi sonu.
Annemin "Yemek yiyeceksen gel, sofra hazır!" diye söylenmesinden sonra yaklaşık 6 sayfa günlük yazdığımı farkettim. Son olarak bugün Dr.Yılmaz'ın söylediği ve ilgimi çeken sözü defterimin 'hoşuma giden şeyler' bölümüne yazdım. Bu bölüm genelde beni hayata bağlayan motivasyon kaynağım. Bu bölümde genelde beni mutlu eden şeyler bulunuyor.
Kalemimin kapağını kapatıp defterimin arasına koydum ve defteri de hızlıca yatağımın altına koyduktan sonra mutfağa ilerledim.
-
"Bugün durgundun Afra? Terapistini aramamı istemiyorsan nolduğunu anlat."
Benim annem dünyanın en iyi annesi değildi. Ancak en kötü annesi de değildi. Bazen evde 2 yabancı gibi olurduk. Bazen de gerçekten anne-çocuk ilişkisi kurardık. Annem ben doğmadan önce babam'ı bir yangında kaybetmiş. Annemin söylediğine göre babam iyi bir itfaiyeciymiş ve işinde başarılıymış. Ta ki Ankara'da çıkan büyük yangından sonra annem babamı kaybetmiş.
Babamın nasıl bir insan olduğunu hep hayal ediyorum. Böyle ağır göbekli, Uzun boylu, hafif kumral. Annem fiziksel özelliklerimi hep babamdan aldığımı söyler. Örneğin yüz tipim babama çok benziyormuş(!). Tabii bu tartışılır bir konu. Çünkü annem babam öldükten sonra evde tek bir fotoğrafını tutmamış. Hepsini çöpe atmış.
"Afra? İyimisin?"
Annem tabağındaki salatalığı ayıklarken, birşeyler düşündüğümü farketti.
"Aç değilim ben anne. Afiyet olsun"
Hızlıca sofradan kalkıp odama geçtim.
-
Facebookta dolaşırken Oğuz'un yeni fotoğraf paylaşmış olduğunu gördüm. 'Ah Oğuz ne kalpler yaktın bir bilsen..' diye söylenirken fotoğrafı Oğuz'un burnundaki ufak siyah noktalarına kadar yakınlaştırdım.
Bu arada Oğuz'u yaklaşık 4 senedir seviyorum. Lise 1'de başlayan aşkım, Lise 4'e kadar son körük ateşiyle sürdü. Oğuz Andaç,  Irmak Koleji'nin en havalı çocuğuydu. Ama onu havası veya popüleritesi için sevmiyordum. O benim için küçük bir çocuk gibiydi. Kalbi için seviyordum, bir bal kadar tatlı duygu ve davranışları için seviyordum. Asla önyargılı bir insan değildi. İnsanları dış görünüşüne göre değil kalbini eleştirirdi.  Onu her gördüğümde kalbim sanki 10 km koşmuş gibi hızlı hızlı atıyor, nefes alışverişim hızlanıyordu. Buna aşk mı deniyordu?
Saatin geç olduğunu farkettiğimde telefonu şarja taktım ve göz kapaklarımın verdiği ağırlıkla kendimi uykuya bıraktım.
-
"Afra, uyan okula geç kalacaksın!"
Eğer disiplinli bir anneniz varsa bu diyaloğu az çok biliyorsunuzdur.
"Anne bugün gitmesem olmaz mı?"
"Oldu Hanfendi, çay kahve de istermisiniz? Kalk hazırlan dellendirme beni sabah sabah!"
Söylenerek yataktan kalktım. Banyoda elimi yüzümü yıkadıktan sonra gardolabımın önüne geçtim ve kıyafetlerimi ayarladım.
'Siyah pantolon, gömlek, siyah convers. Tamamdır!'
-
Okula gitmek için evden çıktım. Normalde annem bırakıyordu okula ancak bugün bir işi olduğu için evden erken çıkmıştı.
Kulaklıklarımı kulağıma taktıktan sonra hızlıca okula yürümeye başladım. Okula girdiğimde sınıfıma doğru çıkarken gözüm  Oğuz'un arkadaşlarına takıldı. Tek eksik Oğuz'du. Normalde arkadaşlarıyla ayrı su içmeyen Oğuz şimdi nerdeydi diye sorguladım. Sınıfıma doğru ilerlerken koridorda Oğuz ve etrafında bir kaç kız gördüm. Ne güzel yaratılmıştı bu varlık? Gülüşlerini alıp cebime koyasım var kimse görmesin diye. Duvara yaslanıp Oğuz'u izlediğimi farkeden kızlar, bana bakarak kahkaha atmaya başladılar. Oğuz'un bakışlarımdan rahatsız olduğunu anlamıştım. Hızlıca sınıfıma girdim ve boş gördüğüm herhangi bir sıraya oturdum. Tek dileğim 'Allah'ım lütfen Oğuz kızlarla beraber sınıfa girmesin..Lütfen..'
Hasiktir! Oğuz ve yanında ki kızlar bana bakarak sınıftan içeri girdiler. Ayağa kalkıp sınıftan dışarı çıkmaya yeltenirken Oğuz'un o gür ve güzel sesi kulaklarıma doldu.
"Afra! Bir 2 dakika baksana buraya."
'Hayır. Olamaz. Oğuz. Afra. Dedi. Bana. Tanrım cennettemiyim? Kaçıncı seviye bu?'
Yavaşça arkama dönerek Oğuz ve kızların olduğu yere yürüdüm. Oğuz bana daha da yaklaşarak nefesimin ve kalp atışlarımı hızlandırmayı sağladı. Şuan eminim ki yanaklarımın domatesten farkı yoktur!
"Senin benle sorunun ne? Neden seni sürekli bana bakarken görüyorum Afra?"
Biraz sakin ama dalga geçiyormuşçasına söylediği bir ses tonuyla gözlerimin en içine bakıyordu. Henüz kokusunu hissedecek kadar yakınlaşmamıştık ama sanki güzel ve erkeksi bir parfüm kokusu burnumu sarmıştı. Aslında etrafımda olmayan bir kokuyu sadece benim hissedebilmem ayrıca bir delilikti.
"Be-Benim senin-senle bir der-derdim y-yok"
Oğuz ve kızları birden kahkaha atarak sınıftaki sessizliği bozdular. Kendimi bir karınca, onları da büyük bir dev gibi hissettim.
"Sen kendine bakıyor musun aynada Afra? Kilolarından utanmıyormusun gerçekten? Ben senin yerinde olsam çoktan intihar etmiştim bile! Sahi, 120 var mısın? Neden okuyorsun  ki bu cüsseyle bir yere gelemezsin."
Oğuz'un gözlerine bakakaldım öylece. Beni inciten her kelimesinde gözlerimden teker teker damlalar akıyordu sanki. Kalbimi biri tekmeliyordu. Dudaklarından çıkan her kelimesi bileklerimden kanlar akıyormuşçasına hissettiriyordu. Gözlerimi kapattım ve sadece susmasına diledim.
'Lütfen. Lütfen.. Lütfen...'
"Oğuz kızı rahat bırak! Hoş değil!"
Bu ses hiç tanıdık gelmemişti. Oğuz'un sesinden daha kalın ve erkek sesiydi.
Arkamı döndüm ve konuşmalarına şahit olmak istemediğim için koşarak sınıftan çıktım. Nefes nefeseydim, her saniye, her salise ölüyormuş gibi hissettim. Tenim yavaş yavaş buz kesti. Gerçekten ölüyormuydum? Ya da bayılıyor muydum? Galiba iki seçeneği de kombo yaşıyordum.
-
YENİ HİKAYE BEĞENİLİRSE YENİ BÖLÜMLER VE YENİ KAPAK GELECEK!

En Zayıf NoktamHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin