Bir ses geldi. Sol kolunu kulağına yaklaştırırken çok sessiz davrandı. "Evet!" dedi. Çünkü biri kapıyı çalmıştı. İçeriye giren annesiydi. "Günaydın kızım!" derken sarıldı. "Anne!" dedi uzun sarılıştan sonra. "perdeleri açsana! Bakalım bugün hava nasılmış." Annesi tekrar küçük bir hüzünle yerinden kalktı. Perdeleri açarken kızına baktı. Yüzündeki gülümsemeyi izliyordu hiç ara vermeden. "Güneşli Seçil!" dedi moral veren bir ses tonuyla. "hava güneşli."
Annesinin sesinin iyi geldiği her halinden belliydi. Seçil yavaşça yerinden kalkarken "Yardım eder misin anneciğim?" diyerek gülümsedi. Annesinin kolundan destek alarak yürümeye başladı. Tekrar duraksadı. "Bugün ne giydireceksin bakalım!" dedi.
Annesi dolabı açar açmaz siyah bir bluz ve eteği hazır bulundurduğu askıya attı elini. Durdu, kızına döndü tekrar. Çünkü sıkılmadan, tek tek kıyafet hazırlıyordu her hafta için. "Anne!" dedi Seçil etrafında dönerken, "neredesin?" Endişeli sesinin hemen ardından annesi elini sıktı. "Buradayım kızım, burada." Gülümsedi yine. Annesi kıyafetlerini giydirirken tekrar sordu, "Anne, odamın tavanına yıldızlar istemiştim. Yaptırdınız mı?" Saçlarını tararken cevap verdi annesi, "Ah! Unutmuşum kızım. Özür dilerim. Bugün hemen söyleyelim babana."
"Yok annecim. Sorun değil. Hadi aşağı inelim. Babaannemi özledim."
Annesi de onu onaylarken odasına ayak seslerinin yaklaştığını hissetti. "Şşşt" dedi annesine. "gelen kim?"
"Prenses! Erkencisiniz bugün." diye kucağına aldı Seçil'i. Gelen babasıydı. "Günaydın babacım!" diye babasının boynuna sarılarak karşılık verdi o da. "Güven, Seçil geçen gün benden odasının tavanı için yıldızlar yaptırmamızı istemişti. Unutuvermişim de ben. Bugün halledebilir misin?"
Evet. Konuşan annesiydi. Babası Seçil'e baktı. Hem gülümsüyor hem de başka bir tarafa dönüktü Seçil. "Tamam, olur da..."
"Nedenini soracaksın baba." diye babasının sesinin geldiği yöne döndü. "ama sorma. Ben rengarenk bir odam olsun istiyorum. Eğer bir gün görmeye başlarsam her rengi görmek istiyorum. O bahsettiğiniz portakal turuncusunu, gökyüzü mavisini, hani geçen piknikte gelincik görmüştük ya baba, onun kırmızısını, annemin saçlarının kahverengisini. Hepsini görmek istiyorum. Bu yüzden perdelerimin gökkuşağı, duvarlarımın gökyüzü şeklindeki duvar kağıdı, tavanlarımın da rengarenk yıldızlar olmasını istiyorum. Neyse babaannemi çok beklettik. Hadi gidelim. Baba! Hadi yine uçak olalım mı?"
Babası yüzündeki ifadeyi hemen düzeltti. Hissetmesini istemiyordu çünkü. "Çekilin yoldan!" diye uzun uzun bağırarak merdivenlerden aşağı indi.
Annesinin gözleri dolmuştu yine. Seçil'in yatağına oturdu. Tavandan sarkık şekildeki fotoğraflara bakarken, "Güzel kızım benim." dedi. Gözyaşlarını sildi hemen.
O da, "Beni unuttunuz!" diye bağıra çağıra aşağı koştu.
"Babaannee!" diye elleriyle babaannesinin yüzünü buldu önce. Sonra kollarını açıp sarıldı. "Torunlarım beni terketti kızım. Koskocaman evde dördümüz kaldık, siz de beni her yemek sofrasında yalnız bırakıyorsunuz. Çok ayıp! Yaşlı başlı bir kadınım ben. Yapılmaz ki canım!"
Seçil gülmeye başladı yine. Bu defa tebessümü geçmişti ama. Sesli güldü uzun uzun. "Sen yine dert yanmaya başlamışsın babaanne. Biz geç kalmışız." diye babaannesinin kolundan destek alarak sandalyeye oturdu.
"Şu abinle ablan yok mu? Bak sormuyorlar etmiyorlar. Hiç insan babaannem nasıl diye şu eve adım atmaz mı? Yeni nesil bu kadar mı vefasız oldu?"
Seçil sözünü kesti,
"Babaanne!" dedi hafif yüksek bir sesle. "abimle ablamın şu an üniversite okuduğunun ve ikisininde buraya gelebilmek için saatlerce yol gelmesi gerektiğini biliyor muydun"
Babaannesi de yavaş yavaş 'alzheimer' hastalığının belirtilerini göstermeye başlamıştı.
"Tamam tamam" dedi. "sen de beni bırakacaksın zaten! Yapayalnız bırakacaksınız bu kadını. Of of! Neyse hadi yemek yiyelim. Kimse dinlemez ki zaten beni..."
Annesi de gelip masaya oturdu. Masadaki sürahiyi alıp suları doldururken bir yandan da konuşmaya başladı. "Geçen gün dayın aradı Seçil. Haftasonu buraya geleceklerini söylediler. Sanırım bu senin için güzel bir haber."
Babaannesinin verdiği sandviçi ısırırken konuşamadı heyecandan, "Hmm, cuddum musun unnu?"
Annesi gülerek karşılık verdi. "Yavaş kızım! Sakin ol! Evet evet ciddiyim. Yanında Ekin ile birlikte hem de."
Seçil tek kuzeni olan Ekin'in adını duyunca çok mutlu oldu. Onun gelmesini iki aydır bekliyordu. Elindeki sandviçi bitirdikten sonra,
"Babaanne, portakal suyumu uzatır mısın?"
Babaannesi elini alıp bardağı eline yerleştirdi. "Al bakalım. Ama bundan sonra kahvaltılarda süt içeceksin. Öyle karar verdim. Anlaştık mı?"
"Tamam tamam." diye güldükten sonra elindeki bardağın içindeki portakal suyunu bitirdi.
"Hadi ama artık baba. Gitmeyecek miyiz? Geç kalmak istemiyorum ben."
Babası hemen önündeki peçete kutusundan peçete alıp alelacele dudağının etrafını temizledi. "Hadi çıkalım o zaman." diyerek yerinden kalktı. Şeçil'in koluna girdi. Seçil yavaşça yerinden kalktı. Tam dış kapıya doğru ilerlerlerken "Anne!" dedi. "seni seviyorum."
Kapının önünde durdu yine Seçil. "Tesla!" diye bağırdı. "Neredesin oğlum?"
Yanına koşarak gelen köpeğiydi. 5 yaşından beridir büyüttüğü köpeği. "Seni aç mı bıraktık biz?" derken cepinden köpek mamalarını koyduğu poşeti çıkardı. Yavaşça yere koydu. Köpeği başını Seçil'e sürtünce o da başını okşayarak karşılık verdi. "Afiyet olsun!" diye doğruldu tekrar. Babasıyla bahçe kapısına doğru ilerlemeye devam etti. Babası sadece Seçil'in yüzündeki hiç dinmeyen gülümsemeyi izliyordu. "Büyümüş değil mi baba? Çok büyümüştür benim oğlum. Hatırlıyorum, geldiğinde minnacıktı. Kucağıma alabiliyordum. Şimdi alamıyorum. Evet evet. Kocaman olmuştur."
Babası arabanın kapısını açtı. Seçil'i tam kucağına alacaktı ki,
"Hayır babacım, ben artık kucakta değil kendim binmek istiyorum arabaya."
Babası elini ensesine götürdü. Biraz durup düşündükten sonra, "Tamam." dedi. "olur." Eliyle önce kapının iç taraftaki kolunu buldu, oradan destek alarak önce sağ ayağını içeri bastı. Yavaşça oturduktan sonra da sol ayağını aldı yanına. "Başarabilirmişim demek ki." diye gülümsedi yine. Sonra kapıyı kapattı.
Kızının ne kadar mücadeleci olduğunu biliyordu Seçil'in babası. "Sen ne güzel bir şeysin!" diye şoför tarafına doğru gitti o da.***
Seçil'in sesli günlüğünden:
Merhaba!
Bugün okulda neler yaptığımı anlatmak istiyorum. Aslında günlüklerin neden ses kaydına alındığını biliyorum. Yani ben ve arkadaşlarım yapıyoruz bunu. Öbür insanlar yazıyor tabiki. Günlükler ilerdeki kendine şimdiki anılarını anlatmak için var. Bazen başkasına anlatıyormuşum gibi hissediyorum ama. Sanırım bugünki kayıt biraz uzun sürecek. Okulda ilk ders yanıma Temmuz geldi. "Günaydın!" der demez sesinden anladım onun olduğunu. "Sana da!" diye karşılık verirken sesinin geldiği yöne doğru döndüm. "Sesinde yeteri kadar enerji sezemedim Temmuz. Nasılsın?"
"Bilmem. İyiyimdir herhalde." Sesi bu defa daha da tedirgindi. "Aa aa" dedim elini ararken. Elini tuttuktan sonra ne kadar soğuk olduğunu hissettim. "Anlatmak ister misin? Neler oluyor?"
Öteki elini o da benim elimin üzerine koydu.
"Babam bu sabah yine şehir dışına gideceğini söyledi. Annem de 'Yine o kadının yanına gideceksin öyle değil mi' diye karşılık verdi ona. Babam bu defa bağırmaya başladı. Sonra tartıştılar uzun uzun. Odamda oturuyordum ben de. Kulaklarımı kapattım. Tekrar sustular mı diye kontrol etmek için kulaklarımı açtım ki annem, 'Bir daha Temmuz'u görmek dışında sakın bu eve gelme!' diye bağırdıktan sonra ayak sesleri kapıma doğru yaklaştı. İçeri girerken, "Kızı..." derken sözü yarıda kesildi. Çünkü her şeyi duyduğumu anladı. Yanıma gelip oturdu ve bana babamla boşanmaları gerektiğini söyledi."
anlattıktan sonra bir süre sessizlik oldu. Sonra da, "Seçil!" dedi. "Efendim?" diye cevap verdim ben de hemen. "Ben artık hem annemle hem babamla yaşayamayacak mıyım?" diye sordu. "Temmuzcuğum, annen ve baban bazı konularda anlaşamadığı için bu karara varmışlar. Demek ki böyle daha doğru olacağını düşünmüşler. Bunu hem kendileri hem de senin için yapmışlar belli ki. Üzülme, zaten görüşeceksiniz sürekli. Belki de yeni bir karar alırlar." Konuşmaya devam ederken elimin üzerine bir ıslaklık geldi. Sonra da sessiz bir hıçkırık sesi. Ağlıyordu Temmuz. Ellerimle omuzlarını bulup ona sarıldım. Bütün gün onunla ve öğretmenimizle birlikte zaman geçirdim. Her seferinde, "Temmuz!" diye çağırıp nasıl olduğunu sesinden anlamaya çalışıyordum. Bazen düşünüyorum da, Sadece göremediğimiz için üzülmemeliyiz. Ya da sadece kulaklarımız duymuyor diye, ayaklarımız tutmuyor diye üzülmemeliyiz. Bazen mutlu olmak için eksiklerimizden çok artılarımıza da bakabilmemiz gerekiyor. Sadece bakabilmemiz değil, görmemiz gerekiyor. Tanıdığım okuldan arkadaşlarımın hepsi fiziksel olarak eksikleri olan kişiler. Ama hepsi o kadar iyi kalpli ki. En yakın arkadaşlarımın da benim gibi olması ve nerede neye üzüldüğümüzü bilmesi çok güzel mesela. Her gün birlikte vakit geçiriyoruz. Oturup okulda saatlerce sohpet ediyoruz. Birbirimize yardımcı olabiliyoruz. Onları hiç görmedim. Ama hepsini biliyorum, tanıyorum. Bugün çok ders çıkardım. Annem, babam, babaannem, ablam, abim için; ayaklarım, ellerim, kulaklarım var olduğu için mutlu olmalıyım. Gülmek için sebeplerimiz o kadar çok ki. Bunun bilincinde olduğum için bile gülümseyebilmem gerekiyor. Temmuz'a gibi bir arkadaşa sahibim. Her pes ettiğimde, "Yapma prenses. Bu yolu birlikte aşmalıyız." diye elimden tutup dışarı götürüyordu beni.
Şimdi sanırım Temmuz olma zamanı.