Sıcak bir duor akşamıydı,yıldızlar gök yüzünde hediyelik eşya gibi asılı dururken,ay tüm ihtişamıyla kendini sergiliyordu,hoş duor sadece akşamları değil her mevsim gündüz,gece kendisini ve doğasını sergilemesini bilen bir kasabaydı. İstanbul'dan uzak, şehirin gürültülü ve çekilmez kalabalığından eser bulamayacağınız doğal yaşamla iç içe bir kasaba. Toplasan bin kişiyi aşmayan nüfusu sebebiyle herkez birbirini tanır ve huzurla yaşardı. İnsanlar bu kasabada hayatlarını tarım ve el işçiliği ile kazandıkları için,okuma seviyesi pekte gelişmiş sayılmazdı. kadınlar tarlalarda çalışırken erkekler el işçiliği ve hayvancılıkla uğraşırlardı. Kasabanın tam ortasında iki futbol sahası büyüklüğünde bir göl vardı ve kasabadaki evler,bu gölün Güney ve batı yakalarında konuşlandırılmıştı,Doğu ve kuzey yakası ise gözünüzün alabildiğince geniş ormanlarla kaplıydı. Evler ise genelde ahşaptan olur, giriş ve bir alt kat olmak üzere iki katlı olurdu.
Meral duor kasabasının sakinlerinden birisiydi ve gölün kenarına dizilmiş evlerin en önde olanında yaşıyordu. Meral 47 yaşında,orta boyda sayılacak kadar uzun sevimli ve tonton bir kadındı,gözleri Çimen yeşili,saçları sarı renkte,uzun ve kıvırcıktı.
Mert adında birde oğlu vardı meralin,gölün kenarındaki evlerinde birlikte yaşarlardı,Mert annesine işlerinde yardımcı olur,aynı Zaman'da kasabadaki kendi yaşıtlarınında okuduğu okulda okurdu,hoş zaten kasabada iki okul vardı ve pekte Seçme Hakkı yoktu mertin. Kasabadaki çocuklar ilk okulu meydandaki okulda okur eğer isterlerse okuluna devam etmek için istedikleri şehire gider ve orada okullarına devam ederlerdi,istemeyenler ise ilk okulu okuduktan sonra gölün karşısındaki ormanın içinde bulunan duor kasabasına ait başka yerde bulunmayan (el işçiliği,tarla için ekip biçme,hayvancılık vb. gibi şeylerin öğretildiği.) duor okulunda okuyup,kasabada yaşamaya devam eder ve kasabasına sahip çıkmaya,korumaya yemin ederek yaşarlardı.
Duor küçük bir kasaba olduğu için bu şekilde öğretiler vererek birbirlerine sahip çıkmış ve kendilerini bu kadar Zaman korumayı başarmışlardı.
Mertin ilk okulda son yılı bitmiş tatile gireli bir ay kadar olmuştu,okul sonraları genelde gününü evlerinin balkonundan gölü izleyerek ve arkadaşlarıyla oynayarak geçirirdi,fakat okul kapandıktan sonra arkadaşlarından haber alamamaya başladı,önce bir kaçı sonra birazı derken şimdi yalnızca bir kaç arkadaşıyla görüşebiliyordu yalnızca.
Bir gün Mert gene o sıkıcı günlerinden birine gözünü açtıktan sonra annesiyle beraber kahvaltı yaptı ve evden çıktı,gölün kenarında yürümeye başladı,gölün kenarında ufak taşların üzerindeki kurbağalar vıraklarken yürümekten çok hoşlanırdı. Güneş doğalı bir kaç saat geçmişti henüz ve hava hala soğuktu,duorda yalnızca Güneş'in tam tepede olduğu ve bir kaç saat sonrası ancak sıcak olurdu,Biraz ilerledikten sonra ormanın kenarında kuzu sürüsü gördü, onları kontrol eden birisi olmalıydı ve biraz göz gezdirdikten sonra gördü o kişiyi, bu arkadaşı şükrücanın abisiydi,yaklaşık birbuçuk haftadır şükrücanın göremediği aklına geldi birden ve gidip ona sormaya karar verdi, diğer arkadaşlarının yarısı neredeyse kaybolmuştu ortalıktan ama en sevdiği arkadaşı şükrücan olduğu için,onu daha çok merak etmişti. Günler dahada sıkıcı hale gelmeye başlarken-üstelik yaz tatilinde- birde şükrücan olmadan asla eğlenceli olmazdı. Adımlarını hızlandırıp Hakan'ı görünce elini havaya kaldırarak bağırdı"hakan abi bekle." Dedi, ve dahada hızlanarak koşmaya başladı,gölle orman arasında bir futbol sahası genişliğinde birde açık çimenlikli alan vardı,o alanı koşarak Hakan'ın yanına vardıktan sonra biraz soluklandı ve nefes alışverişini düzelttikten sonra konuşmaya başladı"nasılsın abi iyimisin ?"
"İyiyim Mert sen nasılsın bakalım"
" iyiyim bende,ben aslında sana şükrücanı soracaktım bayadır göremiyorum onu nerede acaba?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ŞEYTANIN KIZI
FantasyYıllarca içlerinde barındırdıkları şeytani güce karşı buldukları bir öğretiyle hayatta kaldılar. Peki ya işler ters gittiğinde ?