"korkmuyorum. korkmuyorum..."
hayatımın hiçbir anında yalan söylediğim bu kadar belli olmamıştı sanırım. elimdeki feneri, son kez yakıyormuş gibi doğrulttum karanlığa. artık içimde hiçbir şey kalmamıştı. ben korkmaktan vazgeçmiştim çünkü. korku ben olmuştum. bu çaresiz çırpınışlarımla gireceğim bu karanlık ya beni kurtaracaktı, ya da öldürecekti.
fenerimi açtım, karanlık halen karanlıktı. ileriye uzanan bir yol vardı, tek yapabileceğim gitmekti. bir adım attım. karanlıktan soğuk esiyordu. yavaşça adımlar atmaya devam ettim. bir çeşit dehlize girmiştim. ardıma baktım, kapı hâlen açıktı. bir an dönmek istedim, buraya sıkışıp kalmaktan çok korktum. ama durmadım, yürümeye devam ettim. karşıma bir kapı çıktı, ya da bir çeşit geçit, tam olarak bir kapı yoktu ortada. durdum, derin bi soluk aldım. ilerlemeye devam ettim. uğultular artık bir çeşit rüzgâr gibiydi, rüyayı güzelleştiren tek şey hâline gelmişti. karanlık dağılıyordu, yolun sonuna yaklaşmıştım. kenarlarda tahta koliler vardı, karşılaştığım şeyse camından bakınca siyahtan başka şey görülmeyen kapalı bir kapı ve solunda asılı duran baltaydı.
kapıya yaklaştım, yıllardır açılmamış gibiydi. kapıyı açmaya çalıştım, kilitliydi. kapıyı çekiştirmeye başladım, bir yandan yumrukladım birkaç kez. lanet olası kapı neden açılmıyordu?!
kapının solundaki baltayı yerinden çıkarttım. camı kırarsam en azından içeride ne olduğunu görebilirdim. baltayı aldım, geri çekildim, kapıya koşacaktım.
kapının ardından bir gümbürtü koptu.
kapı ardına kadar açıldı.
simsiyah, kocaman bir silüet bembeyaz iki gözle bana bakıyordu. bana doğru hızla gelmeye başladı.
LANET OLSUN!
bir elimde balta, diğer elimde fener, cebimde ise ne halta yaradığını halen bilmediğim bir kutu ile çıkışa koşuyordum. baltayı neden bırakmadığımı bilemiyorum, belki ihtiyacım olacaktı. gerçek çıkış başka yerlerde de olabilirdi. LANET! OLSUN! hızla geliyordu ve beni öldürecekti. olabildiğince hızlı koşuyordum, tuhaftı, genelde rüyalarda koşamazsınız ya... düşündüğüm şeylere bak ÖLMEK ÜZEREYİM!
karanlıktan o kadar hızlı çıktım ki, masmavi LANET odanın karşı duvarına çarptım.
geliyordu.
hemen kapının koluna yönelip kolunu ters yönde çevirmeye başladım, LANET OLSUN ÇOK YAVAŞ KAPANIYOR! çeviriyordum, ama eğer kapıdan geçerse buradan hiç çıkamayacaktım. kolu hızla çevirmeye devam ettim.
kapı kapandı ve ardından derin bir uğultu geldi.
kendimi bir daha geri attım, duvara yapıştım. şimdi odada yankılanan tek şey (bir kez daha, olmayan) gözyaşlarıma karışan çığlıklarımdı. o an ağlayabilmeyi o kadar istemiştim ki. çığlıklarla terk ettim o odayı.
merdivenlere geri döndüğümde haykırışlarımı durduran şey, yukarıdaki pencereye uzanan merdivenler olmuştu. bu merdivenler yoktu, birden ortaya çıkmışlardı. yukarıdan tanıdık vızıltılar geliyordu, anlayamıyordum. az önce yaşadığım anları hatırlamamaya çalışarak baltayı yere bıraktım ve merdiveni tuttum. yavaşça tırmanmaya başladım yukarı. vızıltılar fısıltıya dönüşüyordu yavaşça. pencereden içeri girdiğimde duyduğum ve gördüğüm şeyler beni bir kez daha ağlatabilirdi: karşımda bir kasetçalar, kasetçaların önünde ise bir telefon vardı ve bilin bakalım neler diyordu?
"uyan... lütfen... derhal uyan. bunu yapman gerek... uyan."
beni uyaran şeyin bir kaset olmasını umursamamaya çalıştım ve etrafıma bir göz gezdirdim. sol duvarda bir tablo vardı, tabloda bir at bir çeşit arazideydi. çok tanıdık gelmişti bir an için. pencereden çıkmak üzere arkamı döndüğümde ise pencerenin sağında bir anahtar gördüm. anahtarlık hiçbir şey yoktu oysaki etrafta, bu ne içindi? birden elimi cebimdeki kutuya attım; kutuda bir anahtar boşluğu vardı! elimdeki anahtarı kutunun deliğine soktum.
kutu açıldı, içinde bir kristal vardı.
kristali elime aldığımda kafamın içinde bir kez daha bir çınlama koptu. bu sefer düşmedim, ama kötü bir sarsılma yaşadığım gerçekti.
gözlerimi açtığımda ise karşılaştığım şey bomboş bir odaydı. elimdeki kristal ise ışıl ışıl parlıyordu.
merdivenlerden aşağı indim. şimdi elimde bir balta, bir fener ve bir kristal vardı. burada yapılacak başka bir şey yoktu. merdivenlere geldiğim karanlık yola geri girmek üzere fenerimi yaktım.
aynı odalardan bir daha geçtim, artık korkmaya gücüm kalmamıştı. ne kadar süredir burada olduğumu bilmiyordum. adımı hatırlamaya çalıştım bir an, onu bile unutmuştum.
karanlığa açılan kapıdan da nihayet çıkmış, neredeyse başladığım yere dönmüştüm. kendimi çok bitkin hissediyordum sanki hiç amacım kalmamış gibiydi. buralarda hiçbir şey değişmemişti, her şey bıraktığım gibiydi.
merdivenlerden yukarı çıktım.
"peki şimdi ne yapacağım?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
deep sleep.
Paranormaluyandım. sanki günlerdir uyumuş gibiydim. odam karanlıktı, ama her şeyi görebiliyordum. uyandım. bu uyanışım, her şeyi değiştirecekti.