café

40 1 6
                                    

merhabaa, ay wattpad seni değil de kaistal'ı özlediğim için geldim hehe
şimdi bu fic @EFLforDonghae adlı hesabımda TRAP olarak yayımlanıyordu fakat hesabıma erişim sağlayamadığım için bu hesapta ve under the sky//kaistal adı altında yayımlayacağım :') sizlerden ricam TRAP olarak kayıtlı o hikayeyi kütüphanenizin kenar köşesinden bulup silmeniz ve o hesabımı şikayet ettikten sonra buradan hikayeyi takiplemeniz :') bu arada medyalara olan düşkünlüğümü belki hatırlayayınız olur, dinleyerek okuyun he!!!!!!

//

Yalnızdım.

Aslında annem, babam ve gerçekten köklü bir servete sahip akrabalarım vardı. Bilirsiniz, filmlerdeki zengin çocuklarının hayatından bir farkım yoktu. Sıradan insanlar kuzenleriyle, arkadaşlarıyla birlikte kafeye, sinemaya veya pikniğe falan giderlerdi. Bense kuzenlerimle
birlikte alışveriş için Fransa'ya, Aşk Çeşmesi'nden çikolata akıp akmadığını görmek istediğim için Roma'ya giderdim. Sınır yoktu, param bitmiyordu ve gereğinden fazla özgürdüm.


Sınırsız özgürlük, beni sessizliğe ve yalnızlığa itiyordu.

Sonra O'nu gördüm. Eline bir fincan tutuşturmuş, sigarasından derin nefesler çekiyordu. Oturduğu kafe sıradandı. O beyaz sandalyeler de sıradandı. Beyaza neşeyle eşlik eden rengarenk masalar da sıradandı. O kafe, önünden geçmemin ayıp sayılacağı kadar sıradandı.

Mutluydu, karşısındaki çocukla gülüşürken sigarasını unuttuğunu anladığı anda daha derin nefesler çekerek konuşmasına devam ediyordu. Biçimli burnundan ve küçük dudaklarından sızan soluk dumanları adeta bir sanat eseriymişcesine inceliyordum. Güzel bir erkekti. Hayal edemeyeceğim kadar sıradandı.

Ve sıradan olmak, bir insana ancak bu kadar yakışabilirdi.

O an tek yaptığım şey, şoförümü arayıp gelmesine gerek olmadığını söylemek olmuştu. Bu çocuğu daha fazla görmem gerekiyordu. Biraz daha, birkaç dakika daha... On yedi yaşındaydım ve herkesin hayallerini süsleyen o cafcaflı hayatın her detayına sahiptim.

Ama o çocuğa sahip değildim.

Yavaşça kafeye doğru yürüdüm, okul üniformam resmen varlığımı ilan etmek istiyormuş gibi parlıyordu. Şey, tıpkı animelerdeki gibiydi, güzel ve zengin kız ortama girdiği anda herkes ona bakardı ve ekran birden kalplerle ve çiçeklerle dolardı.

Ama O, bana bakmadı. Etrafta ne çiçek vardı ne de heyecanla uçuşan kalpler. Sigarasını söndürdü ve masanın üzerindeki pakete uzandı. Oturduğum masadan onu izliyordum,
çaprazında yer edinmiş pembe masada oturuyordum işte. Ama O, etrafına bakma gereği duymuyordu. Arkadaşıyla konuşurken hiçbir şeyi umursamıyormuş gibiydi.

Orta yaşlı bir kadın masaya yaklaşana kadar dikkat dağınıklığımı fark edememiştim bile. Ne istediğimi soruyordu, elinde turkuaz renkli bir defter ve kısa bir kalem vardı.

Ne mi istiyordum? Etrafıma hızlıca göz gezdirdim, O'nun masası dışında üç masa daha doluydu. Kimse bir şey yemiyordu, herkesin önünde kırık beyaz tonlarındaki fincanlar
vardı, ve o an hayatımın en saçma sorusunu sormuştum. Ve o soru, O'nun bana bakmasını sağlamıştı.

”Burada sadece içecek mi satılıyor?”

Orta yaşlı kadın cevap vermeden önce sakince gülümsedi ve başını iki yana sallayarak  "Hayır." dedi. "Sana bir fincan çay ve çikolatalı krep getirebilirim. Okuldan çıktıysan aç
olmalısın."

under the sky // kaistalHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin