Kaybolan Gerdanlık

11 1 0
                                    

Kimseye bir şey demeden çıkıp giden Nâor'un arkasından Yofa da gidince Pûln abisi ile masada öylece oturakalmıştı.
"Anlattıkların çok acı verici, özellikle Nâor için." dedi Púln. "Hûnr şu anda batıya varmıştır dedin. En yakın ne zaman görürüz onu?"
"Bilmiyorum, kral ile konuşacağı konunun detayına hakim değilim, sadece o gece sizin başınızın belaya girdiğini biliyorum. Senin ne işin vardı orada?"

"Ben ava çıkmıştım. Havanın güzelliğini fırsat bilip bir şeyler yakalamak istedim."
"İyi halt ettin. Sen avdan ne anlarsın. Gitmemen gereken yerlere gittiğin besbelli. Hûnr'den dinlediğim kadarıyla yaşananların sorumlusu senmişsin."
"Ben mi? Ben hiç bir şey yapmadım. Sadece yolumu kaybettim ve biraz karanlığa kaldım, o kadar."
"Lakin kaybolduğun yerler epey uzak, Treas değil, düzlük bile değil. Güney ormanlarına dalmışsın. Gür Ağaçlar, biliyor musun orayı? Hayır, bilmiyorsun, bilmediğin yerlere gitmeden önce kaybolabileceğini düşünmek bir çocuğun bile aklına gelir. Gerçi sen de çocuksun ya..."

"Ben bir şekilde yolumu bulurdum, üstelik ben orada olmasam Yofa ve Nâor'a kim yardım edecekti?"
"Sen orada olmasan, Yofa ve Nâor zaten orada olmayacaktı, ahmak herif," diye çıkıştı Fûln. "Yaptıklarının bedelini ağır ödüyoruz. Ama 'hiç mi bir yararı olmadı?' dersen, bilemiyorum. Belki de bu olayın yaşanması ve tez bir şekilde krala ulaştırılması daha hayırlı olabilir. Belki de bir şeyleri erken teşhis ettin."
"Zaten en başından beri amacım oydu. Gördüğüm o yabancıları takip etmemdeki amaç." dedi Pûln. "Her neyse ben artık Nâor'un yanında dursam daha iyi olacak, en azından burada azar işitmekten daha iyi." diyerek kalktı Pûln masadan.
Tam kapıya doğru yönelirken abisi arkasından seslendi.
"Buraya gel!"
"Masayı gelince topluycam ben." diyerek yürümeye devam etti Pûln.

"Pûln!" diye bağırdı Fûln ve onun bağırmasıyla tam kapının önünde durdu Pûln.
Bu bağırmayla, masanın toplanmasından çok daha önemli bir şey olduğunu anlayan Pûln kapıyı açmadan arkasını döndü.
"Buraya gel!" dedi tekrar Fûln ve kardeşi ona doğru yaklaşmaya başladı.
"Otur!"
"Ne oldu?" diye sorma cesaretinde bulundu Pûln.
"Yaptığın ahmaklıklar bunlarla sınırlı değil." diyerek, yerden, dışarıdayken yanında getirdiği çantayı aldı eline.
"Sana az önce de imâ etmeye çalıştım ama anlamadın. Anlamazsın tabi, iki aydır hiç düşünmüş olacağını da sanmıyorum zaten."
"Neyi? Yine anlamıyorum." dedi Pûln.

Elindeki çantayı açtı Fûln ve içinden sargı bezi, günlerdir içinde kalıp çürümeye yüz tutmuş atıştırmalıklar ve ufak çakısını çıkartıp masaya bıraktı.
Daha sonra boş çantayı da içinden çıkanların üstüne masaya vurdu ve ayağa kalkıp yürüyerek konuşmaya başladı.
"Sen bu sözde avına giderken, yanına hangi çantayı aldın?" diye sordu Fûln iki eliyle sandalyeye yüklenmiş şekilde tartışma pozisyonu alarak.
"Bunu." diyerek masadaki çantayı gösterdi kardeşi.
"Demek onu aldın." dedi Fûln ve sanki aklındaki bir soru işaretini olumsuz anlamda yok etmiş gibi kafasını aşağı yukarı sallayarak iç çekti.

"Neden bunu aldın? diye sordu Fûln.
"Küçük oklu sadak bunun içindeydi, ben de büyükleri kullanamam diye direkt bunu aldım. Ne oldu ki?"
"Ne yaptın sen Pûln? Ne yaptın?"
"Ne yapmışım?" diye sordu Pûln. Abisinin bahsettiği şeyi gerçekten anlamıyordu çünkü yavaş yavaş o da tedirginleşmeye başlamıştı zira bir şey biliyor veya hatırlıyor olsa kesinlikle konuşacaktı.

"Sûra! Bu çantadaydı!"
"Ne? Sûra mı?" diyerek, telaşlanıp şaşkınlığa uğradı Pûln.
"Evet o gün bu çantadaydı, hiç fark etmedin mi?"
"Ha..ha.. hayır, farketmiş olsam zaten şu an ne anlatmak istediğini anlardım."
"Çantada göremedin mi yani? Yoksa ben mi yanlış hatırlıyorum."
"Olabilir, belki de başka bi yerdedir. "Yok! Hayır, en son avdan geldiğimde içine koymuştum. Evet, evet şimdi hatırladım, içinde olması gerekiyordu ve o gün içindeydi de zaten. Sen kaybettin."
"Na.. na.. nasıl? Ben, ama ben onu hiç kullanmadım ki. Hava onu gerektirmeyecek kadar güzeldi."
"O halde çantadan düşürdün." dedi Fûln.

Bunu söylemesi üzerine Pûln sanki iki ay öncesine, o güne gidip neler yaptığını zihninde bir hatırladı ve gerçektende çantayı, içinde neler olduğunu tam bilmediğinden, dikkatsiz kullandığını hatırladı. Fûln'un söylemiş olduğu son ihtimal mümkündü.
"Ne yaptım ben? Ne yaptım?" diyerek korku ve suçluluk duygusu ile hafif hafif göz yaşı dökmeye başladı Pûln.

Bu iki kardeşin 'Sûra' diye bahsettikleri bu şey bir gerdanlıktı. Onun kaybını bu kadar dert edinmelerinin nedeni ise, bu gerdanlığın onlara annelerinden kalan bir yadigar olmasıydı. Bunun çantada bulunmasının sebebi de Fûln'un onu avlarda kullanması ve onu taktığında en ölümcül soğuklardan bile koruduğunu düşünmesiydi. Ölen annesinin onun her daim yanında olduğunu ve sevgisi ile onu ıssıttığına inanırdı. Bu ne kadar doğru bilinmez ama Fûln'un en soğuk havalardan bile sağ bir şekilde geri eve döndüğünü görenler olmuştu. Buna bir açıklama getiremeyenler, Fûln'un gerçekten soğuğa karşı çok dirençli bir delikanlı olduğunu söylerler. Anneleri ölmeden önce gerdanlığı ilk olarak sadece Fûln'a emanet etmiştir. Fakat verirken bu konu hakkında hiç bir söz etmemiştir. Fûln bunu avlarında yavaş yavaş fark etmeye başladıkça annesinin onlara büyük bir iyilikte bulunduğunu düşünerek onu resmen kutsalı saymış ve kardeşine de her şeyi anlatmıştır. Şimdi iki kardeşte bunun önemini biliyor ve kaybolması durumunda yaşanacaklardan korkuyorlardı.

"Abi, yemin ederim bilmiyordum. İçinde olduğunu bilmiyordum. Bilsem gözüm gibi bakardım. Ne yapıcaz şimdi? Ne yaptım ben?" diyerek oturduğu yerde panik bir şekilde ağlamaya devam ediyordu Pûln.
"Tamam sakin ol. Bulucaz bir yolunu."
"Nasıl bulucaz? Gitti işte, gitti."
Bu şekilde sızlanmaya devam eden kardeşine öylece bakıyordu Fûln. Onu hem suçlu görüyor, hem de şu anki haline acıyordu.

"Ben gidicem." dedi en sonunda Fûln.
"Ne? Nereye?" diye sormaya başladı Pûln.
"Ava gidecektim zaten, fakat bu sefer biraz güneyden dolaşmam gerekecek gibi gözüküyor."
"Nasıl? Oraya nasıl gideceksin. Çok tehlikeli, o haydutların devamı hala orada olabilir. İntikamlarını senden almak isteyebilirler."
"Oraları çoktan geçtik Pûln, çoktan geçtik." dedi Fûln çantayı tekrar doldurmaya başlarken.
"Sen onu bırak ta, şimdi bana şu düşürmüş olacağın yeri güzelce bir tarif et."
"İsim olarak neresi olduğunu bilmiyorum. O dediğin ormanlık işte."
"Gür ağaçlar."
"Evet, yani oraya gittim. İsmine göreyse eğer, gerçekten de ağaçlar gürdü ve gökyüzü gözükmüyordu. Akşamüstü oradayken sanki hava çoktan kararmış gibiydi."
"Tam olarak ne tarafı, nehri gördün mü hiç?" dedi Fûln çantayı toplamayı bitirmiş, sadaka büyük boy okları doldururken.

"Nehir falan görmedim." dedi Pûln.
"Anlaşıldı, demek ki yeterince güneye gitmemişsin. Tepelik üzerine yakın bir yerdir."
"Abi, ben de seninle geleyim."
"Hayır olmaz, senin güvende olduğunu bilmem lazım, zaten bir işe kalkıştığın zaman da eline ayağına bulaştırıyorsun," dedi Fûln. "Hem senin burada kalıp Nâor'a yardımcı olman daha iyi olur. İkimiz birden, aniden ortadan kaybolursak, gerçekten önemli bir şey olduğu anlaşılır. Sen şimdi git ve hem onları hem de kendini eğlendirerek, hiç bir şey belli etme. Ben yaklaşık beş güne dönerim. Eğer gecikirsem sakın peşimden gelme."

Bunların üzerine söyleyecek pek bir şey bulamayan Pûln yavaş yavaş kapıya doğru yürümeye başladı. Ardından tekrar dönüp "Masayı?.." dedi.
"Ben toplarım toplarım, git hadi," dedi Fûln.
"Dikkat et," oldu Pûln'un son sözü ve kapıya vardığında son bir kez arkasını dönüp abisine baktı ve dışarıya adımını atıp kapıyı kapattı.

ÖLÜMSÜZ SOĞUKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin