Yağmur altında ıslanmak herkese çok romantik gelmiştir ama bence değil. Ahhh tanrım oradaki Laklak Hanım değil mi? Korkuyorum. Bir an önce buradan uzaklaşmalıyım. Tabi siz o kim diye soruyorsunuz. Hatice Teyze, lakabından anlaşılacağı üzere çok konuşan, haddi olmadığı halde haddi hesabı olmayan sorgulamalar yapan, mahallenin dedikodusunu yapan, 40'lı yaşların verdiği psikolojiye kapılmış umutsuz bir kadın. Küçük bir not düşeyim "Laklak Hanım" lakabını sinirimin bozulduğu zamanlarda ve yağmurlu havalarda kullanıyorum. Şu anda kullanmamam imkansız çünkü hava yağmurlu ve yazın odamın içine sinek kaçmasına sinirlendiğim gibi şu anda da sinirliyim. Tabi yüzüne karşı bunu söyleyemiyorum. Dediğimi bir duysun beni iki ayaklarımın üstünden tavana asar. Galiba bu kadına lakap takan tek kişi benim diğerleri korkar. Aslında ben de korkmuyor değilim. Bazıları arkasından atıp tutar yüz yüze geldiği zaman yağ çeker. Bazıları ise kırk yıllık tanıyormuş gibi üstüne toz kondurmaz. Ancak çoğunluk ona ve eşine yağ çeker. Çünkü kendileri çok zengindir. Bu zenginlikle övünmeyen tek kişi oğludur. Aslına bakılırsa oğlundan hoşlanıyorum... Oğlunun adı Selim.
Kısaca onu tanıtayım. Beyaz teninin üzerindeki kırmızı dudakları bile beni havalara uçuruyor.Hele o elamsı gözleri yok mu...? Güneş vurdukça alnının üzerine düşen dalgalı saçları bir altın misali göz kamaştırıyor. Çok güzel, hiç annesine çekmemiş. Tüm okul onun peşinde. Ancak o kızlarla pek takılmıyor hatta ve hatta kızları hiç takmıyor. Çok havalı. Ama karşılıklı olan odalarımızdan yeşil perdemi aralayıp onun ne yaptığına bakıyorum. Çoğunlukla elinde beyaz bir kâğıt oluyor. Beyaz bir kâğıt dediğim üzerinde replikler yazıyor. Okulun basketbol ve tiyatro kulüplerinin başkanlığını yapıyor. Hiç zayıf dersi yok. İnek bir öğrenci değil. Çalıştığı tek şey repliklerdir.
Aman tanrım galiba çamura bastım. Kahretsin! Yeni aldığım botlarım çamur oldu. Hani şu herkeste olan siyah uzun botlar var ya. Hatice Teyze bana ters ters bakıyor. Galiba bana yine bir şeyler söyleyecek. Bana döndü ve:
- Elif geçen günkü olayı unutmayacağım. Aileni bu konuda bilgilendireceğim.
- Ama Hatice Teyze...
- Aması maması yok Elif Türkiye'nin en zengin adamlarından birini zor bulmuşken kolay kaybettirdin bana!
- Bakın Hatice Teyze...
"Konu kapanmıştır anlaşıldı mı??" dedi ve gitti....
Bakın o olayı anlatayım. Esra, Melike, Su ve ben "Doğruluk mu? Cesaretlik mi?" oyununu oynuyorduk. Sıra bana gelmişti ve "Doğruluk mu? cesaretlik mi?" dediler. Ben de cesaretime güvendiğim için "cesaretlik" dedim. Kızlar bana yarın okulda Selim'i öpmemi istediklerini söylediler. Ben istemedim böyle yaparlarsa oynamayacağımı söyledim.Kızlar bana yeni bir fikir sundular ve kabul ettim. Çünkü Selim'i öpemezdim bir an evvel bir şeyler yapmalıydım. Kızların ilk fikrini düşünmeden kabul ettim. Ertesi sabah Hatice Teyze'nin parti hazırlıklarına başladığını öğrendim. Dersten çıkar çıkmaz. Koştura koştura eve geldim. Ödevlerimi hızlıca bitirdikten sonra annemin evde olmayışını fırsat bilerek mutfakta istediğim yemekleri yapıp yedim. Hızla merdivenlerden inerken Selim'in bir kızla konuştuğunu gördüm. Çok sinirlendim. Kızın yüzü çok güzeldi ve kıskanmıştım. Okuldaki kızlar gibi saçma hareketler yapmıyordu. Kot mini eteğiyle üzerine giydiği kahverengi montu bile kıskanmıştım. Zaten kızın arabasından da zengin olduğu anlaşılıyordu... Dışardaki kıza olan sinirimle hemen bir kova su doldurdum. Kovanın ucuna uzunca bir ip bağladım, siyah kar maskemi aldım ve Bayan Black'in evinin çatısına yangın merdiveni yardımıyla çıktım. İpi yatay olan demirden bir tur dolandırdım ve kovayı yavaşça çekmeye başladım. Kova sallanıyordu ve sallandıkça içinden birkaç damla su damlıyordu. Kova yaklaştıkça sanki daha da ağırlaşıyordu.Hatice Teyze'nin evinin çatısına ulaştığımda orada bir musluğa bağlı bir hortum olduğunu gördüm ve yüzümü ekşiterek "Lanet Olsun!" diye bağırdım. Neyse ki parti müzikleri sayesinde sesim kimseye ulaşmadı. Hava kararmaya başlamıştı annemin iş çıkışı saatleri yaklaşıyordu. Doğru ya annemin bugün mesaisi uzun sürecekti. Annemin polis olmasını bu gibi durumlarda çok seviyorum. Babam zaten yurtdışına bir ihaleyi almak üzere gitmişti. İhale işlerinden de hiç anlamam. Neyse, annemi aradım ve bugün Eda'larda kalacağımı söyledim. Annemi aradıktan sonra annemin Eda'ları arayabileceği şüphesinden yola çıkarak Eda'yı aradım ve annem ararsa benim onlarda kaldığımı söylemesini söyledim ve "Elif'i telefona ver" derse tuvalette olduğumu söylemesini söyledim. Partinin hareketli kısmında planımı uygulamaya geçirecektim. Nihayet o vakit geldi ve video kameramı hazırlayıp kızlara göstermek üzere terasa indim. Kar maskemi yüzüme kapattım. İlk önce kovadaki suyu su borularından boşalttım. Kızın tam topuklu ayakkabılarına geldi. Ardından iğrençlik yaparak üç güvercinin dışkılarının bulunduğu eski bir kabı ayağımla ittirdim ve kap devrildi. Sonra bir miktar dışkı kızın o çok ama çok kıskandığım bir tutam saçını üstünde dağıttığı kahverengi montuna döküldü. Iyyk kusacağım. Kusarsam da o kızın üstüne kusarım. İlk defa birini bu kadar çok kıskanmıştım. Kız terasa doğru baktı. Hole doğru yöneldi. Ben de hızla eşyalarımı toplayıp yangın merdiveninden aşağı doğru indim. Hemen duvarlardan eve atladım. Aman tanrım! Hatice Teyze'nin doğum günümde hediye ettiği özel tasarım hırkamı orda unutmuştum. Tam da yangın merdivenin yakınlarında asılıydı. Neyse ki o kıskandığım kız bunu fark etmedi umarım Hatice Teyze de fark etmez diye düşünürken ertesi gün olanlar oldu.
Hatice Teyze bana kargoyla yollanmış gibi bir kutunun içinde hırkayı verdi. O an korkudan bayılacaktım. Hırkamı formamın üzerine giydim ve kapıyı kilitleyip Hatice Teyze'nin gözünün içine bile bakmadan gittim. Hatice Teyze beni durdurdu ve benden o kızdan özür dilememi istedi. Neymiş de ben özür dilemezsem kızın annesiyle barışamayacaklarmış. "Çok da umrumda" diyemeden Hatice Teyze gözlerini pörtleterek bana bağırdı ve özür dilememi istedi. Ben tamam desem de o kızdan asla ve asla özür dilemeyecektim. Neslihan Hanım oraya gelerek Hatice Teyze'ye bir şey diyecekmiş gibi yapıp beni aradan kurtarmıştı. Neslihan Hanım'ı çok severim. Hele yaprak sarması yaptığı zaman sarmayı değil Neslihan Hanım'ı yemek isterim. Her iki hanıma da veda ettikten sonra okula doğru yürüyordum. Arkadan ismimi duyar gibi oldum. Baktığımda bu kişinin Selim olduğunu görünce yüzümde istemsiz bir tebessüm meydana geldi. Tam o anda rüzgâr fularımı uçuşturuyordu. Saçlarım ise ahenkli bir şekilde rüzgârın ritmine kulak veriyordu. Selim o karizmatik duruşuyla gözlerimin içine baktı ve...
"Elif ben... mm. Nasıl söyleyeceğimi bilemiyorum." dedi.
Aboo dedim içimden tabii ki. "Evet... evet Selim dinliyorum seni..." dedim.
Selim aynen şu sözleri söyledi. "Elif hırkana talih kuşu konmuş ve çok da güzel bir hediye bırakmış." dedi. Tabi ben o an öyle bir moddaydım ki Selim'in dediklerini zihnimdeki süzgeçten geçirmem uzun zaman aldı.
Ne? Ne demişti? Bana mı demişti?
Şu avanak bakışlar vardır ya o şekilde bir baktım çocuğa. Iyy hatırlamak dahi istemiyorum. Rezalet!
Çocuk da hafif bir tebessümle benim gibi bakmaya çalıştı. Yeminle söylüyorum. Bir insana avanaklık bu kadar mı yakışır? Pes doğrusu. Sonra düşündüm de ben onun yanında çok erkeksi kaldım. Birçok erkekten daha yakışıklı olduğumu düşünüyorum. Neyse konumuz bu değil. Çocukla iki üç dakika bakıştık herhalde. Sonra hırkama baktım. Selim'e açıklama yaparcasına evimizin bulunduğu yeri işaret ettim. Selim de gayet mütevazı bir tebessüm ile bana el salladı. Evin oraya gittiğimde hırkama bir daha baktım. Aman yarabbi bildiğimiz kaka. Kuş kakası. Hem de okkalı bir kuş kakası. Yani utanmasam kuşu bulup altına bez bağlayacağım yani öyle bir kaka.
Selim bana bunu söylediğinde ilk utanmıştım. Ama bu benimle alakalı bir durum değildi -yani öyle umuyorum- her insanın sırtına bir kuş kaka yapabilir. Evet. Yapabilir. Aslında utanmam gereken bir konu var sanırım.
O da şu ki...
Çocuk benim yanıma kibarca geldi ve ben hayvan gibi baktım. Resmen ağzının içine düşecektim.
Neyse bunu da atlatabilirim.
■
■
■
■
■
Okula geldiğimde her şey normal gözüküyordu. Ta ki Selim'i tiyatro kostümü ile görene dek...