ilk ve son,

650 84 54
                                    

"bilmezler. tanrı'nın onlara bahşettiği pek güzel bedenlerini yok yere heba eder, ruhlarını sonsuz acıya uğurlarlar. oysa bu, onları kurtuluşa erdirmez. ah, ne fena düşünürler. bilmezler. şeytanlar, onlarla fena alay eder."


ben howard;
evergreen

not: lütfen imgelere
dikkat ederek okuyun,


Ölüm; kimileri için bir son, kimileri için bir sonsuzluktu. Öldükleri zaman ebediyen yok olacağını düşünen kişiler için bu dayanılmaz acı vericiydi. Öyle ki yok olmayı kesinlikle istemez, isimlerinin ise daima hatırlanmasını, hafızalardan silinmemesini isterlerdi. Büyük işler başarmak önemliydi onlar için. Arkalarında güzel hatıralar, güzel sevgiler bırakmak çok önemliydi.

Ölümün sonsuzluk olduğunu düşünenler için ise olay bambaşkaydı. Onlar, ölüm korkusu nedir bilmezler ve gereksiz bulurlardı. Çünkü Tanrı'dan geldiklerini ve yine ona döneceklerini çok iyi bilirlerdi. Ayrıca korkunun ecele de faydası yoktu. Öyleyse neden içleri kararmalıydı ki? Aksine gülümserlerdi hep. Büyük işler başaramasalar da gülümserlerdi. Yahut arkalarında güzel hatıralar veya sevgiler bırakamasalar da üzülmezlerdi buna. Bilirlerdi, kalplerini bunca yıpratmaya değmezdi.

İşte bu iki tarafı ayıran net bir çizgi vardı. Çizginin rengi kırmızı da olabilirdi, siyah veya beyaz da. Bunu kimseler bilemezdi. Çünkü görünmezdi. Bu çizgi iki kişinin arasında da olabilirdi, iki dağın arasında da. Her halükârda da gerçekliğin ta kendisiydi işte. Bunca kafa yormaya değmezdi.

Sooyoung ise ölümden
korkmayanların tarafındaydı.

Sarı saçları tıpkı ayçiçeği tarlalarına benzerdi. Bundan bir süre önce onları ateşin ardında kalan küller gibi griye döndürmüş, ondan önce de bir sığla ağacının yapraklarını andıran yeşile benzetmişti. Değişimi severdi. Olduğu yerde öylece dönüp duran şeylere ise anlam veremezdi.

Elinde beyaz bir hanımeli demeti tutuyordu. Üç odalı evinin karanlık köşelerinden birinde oturuyor, tekli koltuğunu öne arkaya sallıyordu. Arada bir boynunu eğip çiçeklerin kokusunu içine çekiyor, bu kadar güzel olmalarına hayret ediyordu. Tanrı'nın güzel ellerinden çıkmış her bir çiçeğe ayrı ayrı sevgisinden verebilirdi. Asla tükenmezdi sevgisi, insanoğlu da bu işe bulaşmadığı sürece elbet.

İnsanoğlu demişken, aklına dolanlarla kalbi kararmaya başladı. Dumanlar çöktü başına, sisten bir duvar kapladı her bir yanını. Biraz önceki huzurlu halinden eser kalmamıştı şimdi. Damarları patlayacakmış gibi duran beyaz elleri titredi. Yutkunamaz oldu, boğazı bir çöl kadar kurudu. Gözlerine gelen sarı telleri geriye savurdu aceleyle. Titreyen dudaklarının arasından birkaç kelime tükürdü. "Olamaz... Hayır, gelmeyin aklıma... İstemiyorum sizi... Beni... Rahat bırakın... Rahat bırakın... Yalvarırım... Beni... Beni..."

Daha hızlı sallanmaya başladı. Böyle devam ederse koltuğundan düşmesi an meselesiydi. "Size diyorum... Kafamın içinden def olun..." Saçlarına asıldı. "Def olun! Def olun! Def olun!" Şimdi bir bebek gibi ağlıyordu. Yırtılıyor gibiydi boğazı, ses telleri olmuştu sanki çan gibi.

Derken, sallanması şiddetlenince koltuğundan düşüverdi. Bedeni halı ile bir bütün haline geldi. Öyle ki bu ani düşüş yüzünden yanağında kırmızı bir iz çıktı ve avuç içlerini kaşıntı tuttu. Tırnaklarını geçirdi tenine. Düşmek canını asla yakamazdı. Zihnindekilerden yakınıyordu. Gözyaşları sel oldu. Dağları tepeleri aştı sanki. Boşaldı gözlerinden ve açık unutulmuş bir çeşme gibi dökülüverdi Sooyoung'ı tokatlayan halıya.

ah şu şeytanlar | joyriHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin