.
.
.
.09.02.2018
Zaman kavramı seni düşününce anlamsızlaşıyordu. Çünkü bana giderken beklememi ve bir bahar günü gibi içimi ısıtacağını söylemiştin.
Kanlı ellerim ve kaybolmuş benliğim ile kapının eşiğinde yollarını gözlüyordum. Ve her o aşınmış kapının eşiğine geldiğimde ne kadar bencil olduğunu düşünüyordum. Çünkü sen ardında bıraktığın insanı umursamadan bir yerlerde, başka insanlarla beraberdin.
Kalbimden, ruhumdan ve duygularımdan haberin var mıydı? Çocuk olan ruhumun yaralarla dolan dizlerinin hesabını nasıl verecektin?
Keşke tüm umutlarımı korkusuzca sana vermeseydim.
Ve keşke, kalbimi korkusuzca bırakmasaydım avuçlarına. Belki o zaman bu dünya daha çekilir olurdu.
Jeon Jungkook.
Kalemi masanın üstüne bırakıp derin bir iç çektim. Sayfanın üzerinde kasvetli bir hava oluşturan kanları umursamadan ayağa kalktım ve pencerenin önüne doğru ilerlemeye başladım. Ellerimden süzülen ürkütücü sıvı yere düşüyor ve sessizliği bir bıçak gibi kesiyordu.
Gözlerim ellerimin aksine kup kuruydu.
Çünkü Jeon Jungkook, tüm duygularımı sömürmüş ve beni bomboş bir insan yapmıştı. O, her zaman olduğu gibi yalancı ve bencildi.
Sonunda pencerenin önüne geldiğimde tekli koltuğa bıraktım çelimsiz bedenimi. Başıma vuran iğrenç ağrı yine migrenimin kapılarını açtığımı gösteriyordu bana. Sanırım şuan yanımda olan tek şey migrenimdi.
Acı yeşil gözlerimi gezdirdim üşengeç bir şekilde bahçede. Yeni açmaya başlayan tür tür çiçekler baharı müjdeliyordu renkleriyle.
Dudaklarıma tehlikeli bir gülümseme kondu ve daha yeni oturduğum koltuktan hızlı bir şekilde kalktım.
Yatağın başına geldiğimde huzurlu gözüken bedene baktım.
Yüzü çok güzeldi. Kalın sayılabilecek dudakları, tam onun altında kendine yer edinmiş bir ben, yanağında yer alan hafif yara izi, çokta büyük olmayan burnu ve alnına düşen saçları ile oldukça yakışıklı gözüküyordu.
Bu beni yine gülümsetti.
Kafayı yediğimi hissediyordum. Jeon Jungkook beni delirtiyordu.
Yatakta boş kalan kısma oturduğumda yatak sesli bir şekilde gıcırdadı. Bu onu rahatsız etmiş gibi kaşlarını çattı. Üst üste yutkundu. Daha sonra gözlerini bir iki kere kırpıştırıp ne olduğunu anlamaya çalıştı.
Gözlerinin odağına beni aldığında çatılan kaşları yarım ay şeklini aldı.
Beni gördüğüne şaşırması doğaldı elbette.
"Lisa? Sen ne arıyorsun burada? Nereden buldun beni?"
Gülümsedim. Tıpkı bir deli gibi gülümsedim.
"5 yıldır bahar günü gelmeni bekledim. Sen gelmeyince bir bahar günü geleyim dedim. Senin aksine ben yalan söylemeyi sevmem."
Derince yutkunup gözlerini kaçırdı. Zaten ne zaman tam olarak bakmıştı ki bana? Ne zaman beni ben olduğum için sevmişti?
"Açıklayabilirim. Biliyorsun, geleceğim dediysem zaten gelirdim. Demek ki zamanı değildi. Bu yaptığın hiç hoş değil."
Kanımın adrenalin ile kaynadığını hissediyordum. Nasıl, nasıl bu kadar bencil olabilirdi?