iki

899 95 84
                                    

 Jung Hoseok'la yürüyorum.

Gerçek dank ettiğinde henüz on dört saniyedir yan yanaydık, karşıya geçmek için ışıkların yanmasını bekliyorduk. Bakışlarımı korka korka ona çevirdim, rüya olup bir anda buharlaşmasından çok korkuyordum.

O da bana bakıyordu.

Aynı anda bakışlarımızı kaçırıp yola döndük, bu sırada da ışık yayalar için yeşil olmuştu zaten. Yol boyunca yürürken bakışlarım asfalttaydı, aynı anda aynı adımları attığımızı fark edince dudaklarımı istemsiz bir gülümseme kapladı ama kendimi hemen toparladım. Beni ayaklarına bakarak gülümserken yakalasaydı kim bilir hakkımda ne düşünürdü.

Metroya iniyorduk, hala yan yanaydık, hala konuşmuyorduk.

Hem iş çıkış saati olduğu için, hem de ara duraklardan biri olduğu için metro ağzına kadar doluydu. Eh, bu durum da elimi ayağımı birbirine dolaştırmıştı. Jung Hoseok gerginliğimi fark etmiş gibi kolumu nazikçe tuttu ve irileşen gözlerimi umursamadan beni köşelerden birine çekip önüme siper oldu. "Rahat mısın?"

Başımı sallayarak onu onayladım, sessizliğimi nasıl algılamıştı bilmiyordum ama utanmış gibi görünüyordu. Cidden, ne oluyordu? Neden benimle yolculuk yapası gelmişti, daha adımı bile bilmiyorken hem de? Ayrıca, benimle resmi bir dille konuşmuyordu.

Fark ettiğim şeyle kıpkırmızı kesildim. Hoseok-ah dediğim içindi tüm bunlar.

"Jung Hoseok-ssi?" İsmini söylememle beraber etrafta gezdirdiği bakışlarını bana çevirdi, kaşları soru sorarcasına havalanmıştı. "Ben o kızlardan değilim, tamam mı?"

"Ha?" Anlamadığını belli ederek yüzüme bakıyordu.

"O gün ağzımdan kaçtı o, sırf öyle dedim diye-"

"Nari," Kıkırdadı. Adımı biliyordu. Ah be, çok da güzel söylüyordu. "Tamam, aslında böyle olmasını planlamamıştım ama..." İç geçirdi. "İnince konuşmaya ne dersin? Burası biraz kalabalık."

Başka seçeneğim mi vardı? Zaten utanıyordum, önünde iyice rezil olup küçük düşmek istemiyordum. Bakışlarımı pencereye çevirdim ama tren tünelde hızla ilerlediği için dışarısı görünmüyordu. Aksine, cam bir ayna görevi görüyordu ve Jung Hoseok'la bakışlarımız kesişmişti. Bana gülümsediği an bakışlarımı kaçırıp önüme baktım; yani Jung Hoseok'un boynuna.

Çok güzeldi.

Ne hallere düşmüştüm ya. Metroda, trenin duvarıyla ilgimi çeken adam arasında sıkışıp kalmıştım ve boynunu inceliyordum. Bakışlarım ilginç tasarımlı kolyelerinde dolaştı, köprücük kemiklerini süzdüğüm sıradaysa camdaki yansımamdan onu kestiğimi görebileceğini hatırladım. Zaten bir saniye sonra hareket eden adem elması bana rezilliğimi tekrar hatırlatmıştı. Kıkırdıyordu.

"Yürüseydik bunlar olmayacaktı bak." diye fısıldadı, gülümsediği konuşmasından belli oluyordu. Bu kadar ünlüyken toplu taşımada kadının tekine fısıldamayı nasıl göze alıyordu bilmiyordum ama kendi halimi bırakıp da onun için endişelenemezdim yani.

"Evime daha dört durak var, Hoseok-ssi."

"Jung demiyorsun artık? Bak bu bir gelişme. Hoseok-ah demene ne kadar kaldı?" Hala gülüyordu.

Dudaklarımı büzerek gözlerimi yumdum. "Lütfen yapmayın, çok utanıyorum."

"Kaç yaşındasın?" diye sordu bir anda, konumuzdan tamamen bağımsız olduğu için duraksadım ve gözlerimi açıp yüzüne baktım. Çok güzeldi.

coffee // jhsHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin