Karanlık karanlıkta son bulmazmış anne, sen benim karanlığımdaki yıldızdın, aydın. Hani yıldızsız gece olmaz ya Güneş'im de yok. Beni bıraktığın karanlıktayım anne, gelme artık, ben karanlığa sen yokken de alıştım...
Sayfaları buruşmuş, artıkı dikkatimi fazla çekmeyen eskiden en sevdiğim kitabımı masama bırakıp ayağa kalktım. Telefonumu yatağımın üstünden alıp, saate baktım. Saat henüz 6:17 idi.
Uyumamıştım, uyumak istememiştim. Bugün onu düşünmek istemiştim çünkü. Yüzünü, kokusunu düşündüm. Fazla hatırlamıyordum artık. Geçen Zaman, kalbimizin derinindeki insanıda beraberinde götürüyordu. Farkındaydım yokluğunun , 10 yıl geçmişti üstünden.
Telefonu bıraktıktan sonra pencere önüne geçtim. Daha yeni doğuyordu güneş. Bir müddet gökyüzüne baktıktan sonra dolabıma doğru yürüdüm. Giysilerimin arasındaki hediye paketli kutuyu elime aldım ve oturdum. Bu hediyeye bakınca kaybolan çocukluğumu gördüm.
Masanın üstünden sarı renkli yapışkan not kağıdını alıp, üstüne acılarımı kazıdım. Tekrar ayağa kalkarak odamdan çıktım.
Uzun merdivenleri indikten sonra Ebru ablanın odasının önüne geldim. Son kez hediyeye baktım. kapıyı tıklatıp içeri girdim.
Odası tütsü kokuyordu. Çok severdi bu kokuları. Kendi elleriyle ördüğü şalı alıp kanepeye oturdum ve onu uyurken izledim.
Yıllar Onu da ıssız kıyılara sürüklemişti, onu da incitmişti. Sonra gözüm komodinin üzerindeki iki çerçeveye takıldı. Birinci çerçeve de bir Adam vardı, yüzü çok saf görünüyordu. Ondan o kadar güzel bahsederdi ki, bazen tekrar tekrar anlatmasını isterdim.
Ama acımasız hayat onun da peşini bırakmadı....
Kan çanağına dönmüş gözlerim dolarken ikinci çerçeveye de baktım. Orada gülümseyen benden küçük bir kız çocuğu vardı. Ebru abla ona hep mucizem derdi. Ona çoğu kez sormak istedim neden mucizem dediğini, Nasıl öldüğünü, ne olduğunu...
O güzel gülümsemesi kalmıştı sadece fotoğrafta. Adı Mira idi. Hayat dolu bir kızmış dediğine
göre.
Çok adaletsizdi bu hayat. Hayat haketmediği acıları yaşatıyordu ona. Onu istemediği yerlere savuruyordu ve eskitiyordu anılarını. Bazen sessizce ağladığını görürdüm. Anlatmazdı pek bana, beni kızı gibi görür, üzülmemi istemezdi. Bende onu hiç üzmedim. Çünkü görmediğim en güzel ve en değerli sevgiyi ondan görmüştüm.
Sessizce ayağa kalkıp, gözlerinden öptüm. Kapıya doğru adımımı atacakken gözlerini açtı ve içtenlikle bir tebessüm yerleştirdi dudaklarına. Gülerken çok güzel olurdu Gamzeleri derine inerdi.
Elini elime kenetleyip, kanepenin üstündeki pakete baktı. Ne olduğunu anlayıp;
-" Bu sene de mi gideceksin oraya, bak bitanem bu seni üzüyorsa gitme. Biliyorum hala kızgınsın, Hala öfkelisin ama bunu kendine yapma. Üzülmeni istemiyorum."
O kadar yumuşak bir tonla söylemişti ki, buna bile Mutlu olmuştum. Bende ellerime kenetli olan ellerini öptükten sonra;
-" Ben oraya gitsem de gitmesemde her yere savrulan parçalarımı, hayal kırıklıklarımı, bir daha bir araya getiremeyeceğim. Ama yine de güçlü olmaya çalışıyorum ve ne olursa olsun bu adi hayat artık canımı acıtamayacak."
Bunları söylerken gözyaşlarım bana ihanet ederek süzülüyordu yanaklarımdan. Elimin tersiyle gözyaşlarımı sildikten sonra ayağa kalktım ve paketi elime aldım.
Tekrar Ebru ablaya dönüp ellerinden öpüp çıktım odadan.
~~~~~~~~~~~
Ebru abla için kahvaltı hazırlamak istiyordum.
Güneş'in turuncu ışığıyla aydınlattığı mutfağa girdim ve hemen çay koydum. Ebru abla omleti çok severdi bende hemen buzdolabından üç yumurta çıkarttım. Diğer malzemeleri de çıkardıktan sonra yapmaya başladım.
Çayın olduğu dumanından belli olunca hemen ocağı kapatıp çayı demledim.
15 dk sonra masa çok güzel görünüyordu. Son rütüşlerimi de yaptıktan sonra mutfaktan çıktım. Küçük bir not bırakarak hediye paketiyle evden çıktım.Kapımızın önünde eskimiş mermerlerden inip, paslanmış Demir kapıyı açıp çıktım. Telefonumu ve kulaklığımı çıkarıp artık fazla dinlemediğim müziklerden birini açıp yoluma devam ettim.
Yıllar sonra bile onu düşünmeden edemiyordum. Cevapsız sorular hep aklımdaydı. Ne cevap verebilecek biri ne de artık merak edilen bir kişi vardı. Çok uzundu yolum bu hayatta... Gelip geçen günler, eskiyen sevgiler işe yaramıyordu. Artık fazla üzülmüyordum. Ama giden de geri dönmüyordu.
Yürürken ayaklarım acımış olsa da bu acı değiştirmiyordu hiçbir şeyi...
Geri Dönmek istemiyordum bu kadar yoldan sonra. Deniz kenarına yürüyerek gidecektim. Cebimde kurumuş gözyaşları ile. Bugün rüzgar esmiyordu, götürmüyordu acılarımı. Artık başbaşaydım gidenlerle...
Saçma sapan çalan müziği kapatıp saate baktım 8:17 idi. Bayağı yürümüştüm. Denize gitmek için yolumu değiştirdim. Bi 10 dk sonra orada olacaktım ama tekrar bunu yapmaya hazır mıydım bilmiyorum. Tekrar denize dertlerimi dökmeye hazır mıydım?!
Elimdeki pakete sonra da uzaktan muhteşem görünen denize baktım. Kim bilir bu deniz kaç kere dinlemiştir beni, kaç kere vurmuştur kayalara yalnızlığımı...
Ben bunları düşünürken denize çok yaklaşmıştım. Güneş adeta denize dokunuyordu, yıllar önce ki gibi...
O zamanın korkuları saklanmamıştı artık kıyılara. Onunla oturduğumuz yer hala aynıydı, hala sanki bir umuttu. Lakin karanlığımdaki ışık yoktu, sönmüştü.
Rüzgar bedenimi titretircesine yüzüme vurup geçtiğinde kendime geldim. Onu düşünmek zarar versede bugün sırf onu düşünecektim. Onu unutmamak için düşünecektim.
Derin bir nefes alıp limana doğru yürüdüm. Gözlerimin dolduğunu, kalbimin sızladığını hissediyordum. İpeksi anıların canlandırdığı gözümden akan yaşlar, ağlamamı destekliyordu.
Limanın tahtadan merdiveninden indim ve tam orda, denizin tam önünde durdum. Hayatımda ilk defa Deniz görmüştüm o Zaman, o onunlaydım, güvendeydim. Ama yanılmıştım, onun bu kadar acımasız olduğunu hiç düşünmemiştim. Anlattığı, öğrettiği herşey hala dün gibi aklımdaydı.Elimdeki paketle oturdum kumların üstüne. Denize bakınca onun yüzünü görüyor gibiydim. Onun gözlerinde Deniz gibi gökyüzü gibiydi. Ona bakıp gökyüzüne , Denizim olduğunu söylerdim.
Her bir gözyaşımın sebebiydin sen, her hüznün sebebisin. Ama ben bugün bile unutmadım, unutturmuyor geriye kalan acılarını...
Elimdeki paketin üstüne kazıdığım acıları denize okuyarak bıraktım dalgalarına;
-"Hayatımda önemli şeyler yok artık ,ne umudum vardı ne de kaybedecek şeyim. Ama özür dilerim bir annem var artık onu asla kaybedemem. Damağıma olan sevgimi yitirmesem de artık yoksun...
Yıkılmadım hala senin korkaklığının karşısında. Elbette bunu Ebru anneme borçluyum. Beni sen getirmiştin buraya, o Zaman "seni asla yalnızlığa mahkum etmeyeceğim" demiştin. Sözünü tutmadın, kandırdın beni. Şimdi daha iyi anlıyorum vefasızlığını. Yine ben olsam affederdim. Ama bu sefer sen beni affet, çünkü bu sefer seni asla affetmeyeceğim.
Sensizliğe terk ettiğin kızın
Hazal"❤️🙌🏻😃
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Vuslat
Teen FictionYarım kaldı hikayemiz. Battı kağıttan gemilerin senin denizinde, solmuştu hayallerim hayatında. Artık gökyüzü mavi değil ben bakınca. Artık geç geliyor ilkbahar. Sonra diyorum ki gelme sen artık, ben ölmüşken umutlarım yokken... Karanlık karanlıkta...