Ölürsem canım çok acır mı ? Bunu çok uzun bir süre bilemeyeceksin şimdi uyu hadi.
Sabah 7:30. Biliyorum işe gitmeliyim ama sanki bu evden çıkmak istemiyorum. Kendimi yavru bir kanguru gibi hissediyorum. Kesesinden çıkmak istemeyen. İpeğe haber vermek için en üst kata çıktım. Üstü başı müsait mi değil mi bilemem ama haber vermem gerekli. Kapıyı bi kaç kez tıklattım ama cevap veremeyeceği sonra aklıma geldi. Akıllı kız. İçeriden 3 tıklama sesi geldi. Kafamı uzatarak "Ben çıkıyorum bi kaç saatliğine iş yerine uğramam gerekli geri gelmemi ister misin yoksa uykuma evde devam edicem." Gözlerini gel dercesine kapattı. "O zaman bunu gel diye kabul ediyorum. Kahvaltı hazır olsun isterim, gelmeden yarım saat önce ararım." Dedim. Sanki utanmış gibi gülümseyip kafasını yorganın altına soktu. Gülümseyerek evden ayrıldım. Arabaya yaklaşırken sağ camdan beni arkamdan izlediğini farkettim, bozuntuya vermeden görmemiş gibi arabaya bindim.
Geceden aklımda kalan sorular şunlar. Neden kendimi rahat hissediyorum ? Neden bana bir anda bu kadar güvendi ? Neden dışlandığını söylüyor ? İşe giderken hepsi için yanıtlar aradım. Neden rahatım çünkü burada olduğumu kimse bilmiyor bu beni güvende ve rahat hissettirebilir yada ben olduğum için birinin rahat ve güvende hissetmeside beni huzurlu kılacaktır. Dışlanması bulunduğumuz ortam yüzünden olabilir. Çünkü bu maddeyi kullanan herkes konuşan birini ister yanında sürekli susmak zorunda olan değil. Peki ama hiç mi başka arkadaşı yok yada kimse onu yanında istemedi mi bu güne kadar. Çok mantıksız geliyor, bu kadar güzel bir kız çocuğunun bir sürü arkadaşı olması gerekli değil mi ? İşyerindeyim. Yüzümde güller açıyor. Her gördüğüm kişiyi gülümsetmeden bırakmıyorum. Zaten herkesin böyle yapması gerekmez mi ? İnsanların birbirini güldürmeye ihtiyaçları yok mu ? İhtiyacımız olan şey sadece para, giysi, yiyecek ve içecek değil öyle değil mi ? Sizde bana katılıyorsunuz sanıyorum, hepimizin gülmeye ihtiyacı var tıpkı hayvanlar gibi. Saat 12:30'da işlerin bitti. "Yoldayım çay veya meyve suyu hangisini istersen hazırlayabilirsin simitleri ben alırım." Dedim. Simitin gevrek olması benim için en önemlisi. Aklımdaki herşeyi bırakıp nasıl bir sabah geçireceğimi merak ederek evine gittim. Zili çaldığımda yine pijamalarla karşıladı. Sanki rahat etmemişim yada rahat edemiyormuşum gibi bakıp bi kaç saniye kapıda düşündü. Ne yaptığını anlayamadan şaşkın bi ifade takınıp ben ayakkabılarımı çıkartırken pıtır pıtır gidip terlik getirdi. Sanki evine ayda yılda bir defa gelen tek misafir benmişim gibi heyecanlı ve stresli davranıyordu.
Masa donatılmıştı. Donatmaktan kastım kuş sütüne kadar değil tabiki standart bi kahvaltı masası ama herşey sanki özenle konulmuştu. Salatalar masanın ortasında. Zeytinler sağ tarafta ve hangi tür sevdiğimi bilmediği için siyah ve yeşil zeytin yan yana konulmuş keza peynirlerde öyle. Jambon benim tarafımda ve çay tazelenmek için onun yanında. Reçel ve yağ masanın ortasında benim tarafımda, tuzluklar yine öyle sağda benim yanımda. Simitler için karşılıklı iki tabak, tabakların üstünde renkli peçete ve peçetenin üzerinde çatalla bıçak. Hadi başlayalım dercesine iki defa ellerini ufaktan şaplatarak gülümsedi. "Bir saniye." Diyerek mutfağa yöneldim. Ben mutfağa doğru yürüyünce sandalyesini kalkmak için geri ittirdiğini duydum. "Sakın yerinden kalkma bu eve daha çok geliceksem aradıklarımı kendim bulmalıyım. Lütfen sandalyenin tekrar geri çekebilir misin ? Ayrıca sandalyenin sesinide duymak istiyorum." Görmesemde gülümsediğinden emindim. Dolaplarda zeytin yağı aramaya başladım. Ufak bir reçel tabağına döktüm. Masaya götürüp içine tuz, pul biber, iki damla limon ve baharat attım. Şaşkın şaşkın beni izliyordu. "Bakma öyle simitin tadı böyle çıkar dene hadi" dedim. Sessiz bir kahkaha patlattı. Kahvaltı masasını toplayıp biraz televizyon izledik. Akşam olduğunda bir yere gitmeyeceğini söyledi. Biraz işim olduğunu belki gece yine geleceğimi söyleyip evden çıktım.