SelamunAleykum. Yıldızatıklayalım ki goncalar, gül açsın. Yorumlar can suyu, verimi bol olsun!
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
Konuşmasının hemen akabinde bana söz söyleme fırsatı bırakmadan gözleri katlanacak kadar gülümsedi. Dudaklarının kenarındaki ufak tefek çukurlar şu ana kadar kaldırımlardan topladığı çiçeklerle doldu. Saçlarımı iki yana çekip yüzümü avuçladı ve kendisine yaklaştırarak alnımın kıyısından köşesinden öptü. Sonra da kuruyup kurumadığına aldırmadan yanaklarımı sildi. Yerine yeni yaşlar eklendiğinde kazağımın koluyla bende destek çıktım. O esnada işlevimi yarım bıraktırıp sarıldı.
Dünyanın en huzurlu yerinin neresi olduğunu sorsanız belki bilmezdim fakat dünyamın en huzurlu yerinin onun kolları olduğundan neredeyse emindim.
Gülümsemesini kısan dudaklarını kulağıma yakınlaştırdığında "Allah'a hamdolsun.'' Dedi. ''Sana anne diyecek bir mucize bana amca demek zorunda kalmayacağı için Allah'a hamdolsun."
Söyledikleri beni öylesineyi bir kenara koy ölesiye korkutmaya bile yetiyordu. Ya değilsem demekten kendimi alamıyordum. Daha ortada benim açımdan hiçbir delil yoktu. Sadece bazı iplerin ucuna yakın olduğumdan bana böyle bir durum isnat etmişti. Buna dayanıp peşimden süreklediğim hayal kırıklığını da işin içine katarak "Ya değilsem?" Diye fısıldadım. "Ya hamile değilsem?"
Kolundan birini serbest kılıp elimi yakaladı. Parmaklarımın arasında küçük bir oyun kurarken "O zamanda hamdolsun." Dedi. "Hep hamdolsun." Diye de ekledi. Teslimiyeti gözlerimi doldurdu. Islaklığın boylu boyunca sergileyeceği hareketini benden önce engelledi. Yorganda gezinen yüzümü ona döndürerek "Senin bu dünyaya ait olduğuna inanmıyorum, Faruk." Dedim. "Leylekler başka yere götürecekken yolda düşürmüş olmalı."
Anında boynu kızardı. Mevzuyu değiştirmek istediğini belli etse de "İyi ki düşürmüşler." Diye devam ettim. "Söylesene kaşının kenarındaki iz oradan mı kalma?"
Yutkundu. Dikkati kaşına kaydı. Kenarına dokundu. Sonra da görülmesi zor bir tebessüm etti.
"Birkaç yıl önce sokak lambasına çarpmıştım. Sanırım o zamandan kalma."
"Neden sokak lambasına çarptın?"
Sessiz kaldı. Yatağın üzerindeki kasaba için yarım yamalak doldurulmuş çantanın açık fermuarını içine yastığa uzanmış kahverengi hırkayı da koyup örttü. O sırada "Neden söylemiyorsun ki?" Dedim, kendime engel olamayarak. Kısa süreli bana baktı. Sonra da nefesini bırakıp "Bir mekana şafak baskını yapmıştık." Diye söze başladı. "Mekanın olduğu sokakta da uygunsuz giyinmiş kadınlar vardı. Bende onlara bakmamak için başımı yere eğmiş yürüyordum. Derken işte önümde sokak lambası varmış ona çarptım."
Tam güzel bir şeyler diyeceğimde bakışlarıyla susmamı işaret ederek ayaklandı ve atıştırmak maksadıyla mutfağa gitmemizi teklif edip kabulümü beklemeden elimden tutup beni de kaldırdı. Merdivenlerden inerken hep bir adım arkasındaydım. Mutfağa girdiğimizde bu yaz gerçek manada yemek yapmayı öğrenmem gerektiğini kendime bir kez daha hatırlattım.