Fotoğrafını seyre daldı. Ne övünülecek kadar yakışıklıydı, ne gömülecek kadar çirkin. Gözleri çekici gelsede sevilecek kadar güzel değildi yüzünün oluşturduğu kolaj. Yanaklarından aşağı, boynunun yukarısında birikmiş belirli belirsiz kirli sakal yaşını perdeliyor, burnunun altına kondurulmuş şekilli dudakları simasını tamamlıyordu. Sarıya kaçan dalgalı, dağınık saçları kafasına takmadığı dünyanın ispatıydı adeta. O daha ziyade kafasına bere, bandana gibi şeyleri takmayı severdi... Adam hemen yanıbaşında ki büfeden aldığı sosisli sandviçini soğuk kolasıyla yerken, yan tarafına genç bir balıkçının yaklaştığını fark etti. Giyinişinden çok fakir olduğu anlaşılan adamın bir poşet içinden çıkarttığı oltalar yer yer düğümlenmişti. Adam can sıkıntısını giderecek bir eğlence bulmuş olmanın mutluluğuyla balıkçıyı seyrederken, onun bir anda heycanlandığını fark ederek gülümsedi. Adam biraz sonra hayretinden şaşkına döndü. En az yarım kiloluk bir kefal balığı, oltanın ucunda çırpınıp duruyordu. Balıkçı besmeleyle çıkarttığı balığı temiz poşete koyduktan sonra, ikincisini de yakaladı. Fakat balıkçı üçüncü kefaliyi yakaladığında, adam merakını yenemeyerek ayağa kalktı ve balıkçıya doğru ilerledi. "Bu kadar kötü bir oltayla nasıl balık yakaladığınızı anlayamadım. Bu işin sırrı ne? Balıkçı tuttuğu balıkları yeterli bulmuştu. Oltasını yavaş yavaş toplarken" Bu işin sırrı balık tutmam için dua eden çocuklarıdır. İki gündür ekmekten başka bir şey yiyemediler de "dedikten sonra hızlı adımlarla oradan uzaklaştı. Adam biraz kendinden utanarak, biraz da hissettiği hüzünle fotoğrafı yeniden seyre daldı...