Tüm sesler susmuştu. Beynim büyük bir boşluğa ev sahipliği yaparken bir süredir açamadığım gözlerimi aralamaya çalışıyordum. Bulunduğum yer öyle soğuktu ki eğer biraz daha bu şekilde durursam donarak ölebilirdim. Çok garipti. Aylardan temmuz olmasına rağmen nasıl bu kadar soğuk olabiliyordu hava? Ve en önemlisi de ben nasıl dışarı çıkmıştım? En son odamda ağlayıp kaderime yanıyordum, burada ne işim vardı?
Düşüncelerimi sonraya saklayarak gözlerimi yavaşça araladım. İlk görüşüm bulanık olduğundan gözlerimi birkaç kez kırpıştırmak zorunda kalmıştım. Her şey netleştiğinde yavaşça yattığım yerden doğruldum ama bir sorun vardı. Burası benim evimin bahçesi değildi. Burası tanıdığım hiçbir yere de benzemiyordu üstelik. Endişe yüklü bakışlarımı etrafımda dolaştırdığımda aslında böyle bir yeri daha önce hiç görmediğimi fark ettim.
Her yer karanlığın tonlarına bürünmüştü. Siyah ve gri, ayaklarımın altında yatan şehri esir almış gibiydi. Binalardan yayılan ışıklar aynı kalbim gibi güçsüzdü. Ayrı bir kasvet vardı bu şehirde. Peki ben buraya nasıl gelmiştim? Belki de rüya görüyordum. Öyleyse şehrin bu kadar kasvetli olmasına şaşırmamalıydım.
Daha fazla burada kalmamın sorularıma cevap vermeyeceğini fark ettiğimde yavaşça yürümeye başladım. Nereye gideceğimi kesinlikle bilmiyordum ama burada kalmaktansa yürümek çok daha cazip gelmişti. Etraftaki derin sessizlik beni ürkütürken adımlarımı hızlandırmaya karar verdim. Önüme aniden çıkan patikadan aşağı inmeye başladığımda içimde büyüyen huzursuzluğun sesini susturmaya çalışıyordum. Ne yapacağımı bilmemek beni huzursuz ediyordu.
Çok da uzun olmayan bir yürüyüşten sonra biraz önce yukardan baktığım şehrin karanlık girişine geldim. Çevreme umutla bakarken aradığım şey insanlardı ama sokakta bırak insanı tek bir hayvan bile yoktu. Bu durumu garipserken küçük adımlarımla şehre girdim. Burası tepeye göre biraz daha sıcak gibiydi ama yine de çok üşüyordum. Üstelik üstümdeki ince kıyafetler de ısınmama hiç yardımcı olmuyordu. Kollarımı birbirine sararak önüme çıkan bir yol ayrımından sağa döndüm. Döner dönmez de birkaç metre ilerde iki adamın hararetle bir şeyler konuştuklarını gördüm. İnsan görmek beni fazlasıyla sevindirmişti ama yine de temkinli davranarak adımlarımı yavaşlattım ve duvarın dibinden onlara yaklaşmaya başladım. Yaklaştıkça sesler anlam kazanmaya başlamıştı.
"Mallar nerede? Sana verdiğimiz süreyi fazlasıyla aştın. Eğer bizi oyalamaya çalışıyorsan..."
"Hayır, hayır! Size onları getireceğim yemin ederim! Ama biraz daha vakte ihtiyacım var, lütfen." Yalvarmaya başlayan adam boynunu eğerek karşısındaki kapüşonlu adama baktı. Karşısındaki adamın yüz hatlarını göremesem de sıktığı yumruktan sinirlenmeye başladığı anlamıştım.
"Derin geçiştirilmeyi sevmez. Eğer malları bir süredir getirmediğini duyarsa seni yaşatacağını mı sanıyorsun?"
Adımı duymamla kaşlarımı çattım. Bu nasıl bir tesadüftü böyle? Yabancısı olduğum şehirde duyduğum ilk isim, benim ismimdi. Sanırım gerçekten de rüya görüyordum.
"Onu asla geçiştirmem! Sadece biraz daha süre istiyorum. Bu hafta içinde elinizde olur." Adamın korkakça ağzından çıkan sözlerden sonra kapüşonlu adam hırlayarak "Bu hafta içinde de ne demek? Sen benimle dalga mı geçiyorsun lan! Yarın. Eğer mallar yarın elimde olmazsa kendine bir mezarlık bul." dediğinde karşısındaki adam kısa bir baş hareketiyle tehdidi onayladı ve hızla oradan uzaklaştı.
Biraz önce şahit olduğum konuşma sanırım pek de iyi bir şey hakkında değildi. Belki de yapmamalıydım ama kapüşonlunun peşinden yürümeye başladım. Çünkü başka nereye gideceğimi bilmiyordum. Umarım kalabalık bir yere doğru giderdi de insanlardan yardım isteyebilirdim. Burnum tehlikenin kokusunu alırken birkaç metre ilerde hızla yürüyen adamı takip ediyordum. Kesinlikle güvenilir biri değildi, bu yüzden beni fark etmemeliydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
PARALEL
FantasyFarklı evrenlerden aynı anda dilenen bir dilek... Ve o dileğin değiştirdiği iki hayat... Derin fazlasıyla sıradan bir hayata sahip sıradan bir kızdı. Herkes gibi anne ve babası, onunla tamamen zıt bir kardeşi vardı. Hayatında her şey normalken bir...