Yolun ortasında sarsakça,ruhsuzca,hissizce yürüyordum. Nereye, nasıl,neden,niçin gittiğimi bilmeden 8 saattir yürüyordum. Belki de yolun sonuna gelmiştim ama fark edecek halim yoktu. Halim olsa ne yazardı ki. Benim bundan sonra hiçbir şeyim yoktu. Ruhumda beni terk etmek istiyordu ama izin vermiyordum. Veremezdim. Hala nasıl ayaktaydım nasıl yürüyüp nasıl düşünüyordum bilmiyordum. Hissetmiyordum hiçbir şeyimi. Hiçbir yerimi. Bacaklarım sanki yoktu da bulutların üstünde yürüyordum. Öyle bir yokluk vardı ayaklarımın altında. Bıkmıştım. Hayattan, yaşamdan,nefes almaktan bıkmıştım. Ölüp ölüp dirilmekten ağlamaktan korkmaktan yorulmuştum. Sevilmemek istenilmemek beni iyice dağıtmıştı ve bu son olaydan sonra kolayca toparlanacağımı adımı yani nefes alacağımı sanmıyordum. Adımı bile layıkıyla yerine getiremiyorken bu isim bana fazla değil miydi? Kaldırıma çöktüm ve karşımdaki duvara kızaran gözlerle bakmaya başladım. Beyaz ayakkabılarım kirlenmişti. Siyah pantolonumda düşe kalka buralara geldiğim için kirlenmişti. Ne kadar süre duvara baktım bilmiyorum ama gelen silah sesiyle irkilerek yerimden kalktım. Sokağın başına baktığımda bir adamın önde koştuğunu diğer adamın arkasından silahla geldiğini gördüm. Tam arkamı dönecekken bir patlama sesi daha geldi ve karnımda hissettiğim sızıyla elim oraya gitti. Müthiş bir acıydı bu. Çok fazla hissettiriyordu kendini. Dizlerimin üstüne çöküp karşıya baktığımda bana ateş eden adamın kaçtığını ve kovalanan adamında yanıma geldiğini gördüm. Onu tanımıyordum. Gözlerim yavaşça kapanmaya başladığında beni kucağına aldı ve koşmaya başladı.
"Gözlerini kapatma benden ayırma gözlerini. Bana bak."dediği an kendimi biraz zorlayarak yüzüne baktım. Koyu kahve gözleri, dağınık saçları, çıkık elmacık kemikleri, düzgün burnu,güzel dudakları ve biçimli kaşlarıyla çok yakışıklı biriydi. Hafifte sakalları vardı. Gözlerim isyan bayrağını çekerken bana bakmaya devam etti.
"Şşşt. Bak bana bak gözlerini kapatma. Yaşamak istiyorsan bunu yapma."dedi ve gözlerini benden ayırdı. Gözlerim iyice kısılmıştı. O an aklıma birşey takıldı. Ve gülmek istedim. Ben şu an yaşıyor muydum ki? Ölmüş ama gömülmeyi unutmuş biri için çok saçma bir kelimeydi ve o kelimeyi de bu yakışıklı çocuk kurmuştu. Daha adını bile bilmediğim kahramanım. Bir arabanın kapanma sesini duyduğumda gözlerim çoktan kapanmıştı.
**********
Yorgundum. Ruhum ve bedenim çökmüştü. Ne gözlerimi açacak halim vardı ne de başka birşey yapmaya dermanım. Bitmiştim sanki. İçimde öyle bir his vardı. Annemi hatırladım bir an. Vurulduktan sonraki 'Nefes' deyişini. Ölüşünü. Daha bugün ölmüştü. Kim derdi ki öldüğü gün vurulacağımı? Kim derdi ki annemin acısını yaşarken yeni bir acı tadacağımı? Kimse. Ama olmuştu. Onun gözlerini kapattığı gün benimde canım acımıştı ve ben annemi bir kez daha çok iyi anlamıştım. Kurşun acıtıyormuş be anne! Yakıyormuş canını alev gibi. Geriye sadece küllerin kalıyormuş. Peki senin neden küllerin kalmadı be anne? Bu düşünceyle gözlerimi açtım. Her yer bulanıktı. Bir kaç kez kırpıştırdıktan sonra etrafa baktım. Bir hastane odasındaydım. Elimin üstünde de bir ağırlık vardı. Kafamı hafif eğip baktığımda bir kafayla karşılaştım. Daha dikkatli bakınca bunun o çocuk olduğunu anladım. Güzel gözlü olan... Onu incelemeyi bırakıp etrafa baktım. Her yer beyazdı. Ruhumu daraltacak kadar beyaz. Elimde bir kıpırdanma hissedince oraya döndüm. Uyanmıştı. Gözleri açıktı ve etrafa bakıyordu. Gözleri her yeri taradıktan sonra en son benim maviliklerimde durdu. Kaşlarını çattı ve hemen kalktı.
"İyi misin?"dedi gözlerini ovarken.
"Saol. İyiyim."dedim soğukça ve diğer tarafa döndüm. Daha onu tanımıyordum. İsmini dahi bilmiyordum. Ve ondan daha büyük dertlerim vardı.
"Doktor uyanınca taburcu olacağını söylemişti. 24 saattir uyuyorsun zaten. Yaranda hafif bir sıyrıkmış çıkış işlemlerini halledip gelicem."dedi ve kalkıp gitti. Onun da sesi benimki gibiydi. Soğuk. Buz gibi ve acımasız. Kafamı pencereye çevirdim ve içeriye dolan ışığı izledim bir süre. Çok tuhaftı herşey. Şu 48 saatte yaşananlar. İlk önce annemi vurmuşlardı gözlerimin önünde. Sonra hastaneye kaldırmışlardı ve şuan mezardaydı. Sonrasında da ben daha fazla dayanamayıp kendimi sokağa atmıştım. Hiç kimseyi dinlemeden. Son olarak da vurulmuştum ve ömrüm boyunca tanışmayacağım bir serseri tarafından hastaneye getirilmiştim. Bu bile bir nevi kendini suçlu hissettiği içindi. Kaçabilirdi de. Ama yapmadı. Neden yapmadıysa? Gözlerimi kapattım ve derin bir nefes çektim içime. Bu koca nefes bile beni idare edemiyordu. Tekrar kapattım ve bir nefes daha çektim içime. O anda telefonum çalmaya başladı. Belli ki o çocuk koymuştu. Arayana baktığımda Yağmur yazısını gördüm. En yakın arkadaşım arıyordu. Elimi uzattım ve açtım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Siyah&Beyaz
Teen FictionUçurum uçurum gözlerine baktığım oydu... Prangalarca boynuma taktığımda oydu... Sebepsizce sevdiğim de oydu... Masum olan da oydu.. Yakınımdayken bile hasret duyduğum oydu... En önemlisi o her zaman beyaz olandı... Lekesiz ve tertemiz...