46. PEÇENEK ELÇİSİ.

31 4 0
                                    



Malazgirt'in bir kilometre dışında kurulu Peçenek kampındaki çadırıının içinde volta atan Kutluğ bey'in aklına, önce Basilikes'in emriyle Roman Diyojen'in önünde diz çökmeye zorlandığı an, sonrada imparatorun onu ve adamlarını ihanetle suçlaması geldi ve öfkesine hakim olamayarak hemen yanında duran küçük yer masasına bir tekme savurup, üzerindeki kap kacağı tangır tungur yere yuvarladı.

Adamlarının arasına geri döndüğünde öfkesini farkeden ve bu yüzden Roman Diyojen'le aralarında neler geçtiğini sormaya cesaret edemeyen komutanlarından biri içeriden gelen sesi fırsat bilip, çadıra girdi ve " Ne oldu? Neden bu kadar öfkelisiniz komutanım?" sordu.

Kutluğ bey gözlerinden alevler saçarak, " Köpekler şehirden ayrılan Selçuklu'ları özellikle bıraktığımıza inanıyor ve bizi hainlikle suçluyorlar." dedi.

Komutan duyduklarına inanamayarak, "Ama nasıl olur?" diye şaşırdı. " Bize onları yakalama emri değil. Malazgirt'e geri dönmelerini önleme emri verilmişti. Ayrıca atlarımız yorgundu ve onları yetişmemize imkan yoktu."

" Bende bunu imparatora anlatmaya çalıştım. Ama, o ağzımı bile açmama izin vermeden beni önünde diz çökmeye zorladı ve bizi cezalandıracağını söyledi."

Komutan, şimdi Kutluğ bey'in neden bu kadar öfkeli olduğunu anlayarak karamsarlıkla, " Peki ne ceza verecekmiş?" diye sordu.

Peçenek lider çadırda birkaç tur daha atıp, biraz düşündükten sonra, " Öğrenmek için beklemeyeceğiz." dedi. " Yanına bir, iki adam al ve Alpaslan'ı bul. Ona, önerisini kabul ettiğimizi ve bu akşam yola çıkıp, elimizden gelen en kısa zamanda ordusuna katılacağımızı söyle."

*****

Alpaslan'ın komuta ettiği süvari birliği geceyide at üstünde geçirerek, ertesi gün güneş batıp, ay gökyüzünde iyice yükseldiğinde ana yolların uzağında saklanan orduya yetiştiler ve Selçuklu şahı yorgun argın bineğinden aşağı kayıp, dinlenmek için hemen çadırına çekildi.

Melik şah'ta terkisinde Roza'yla, atını babasınınkinin biraz uzağına kurulu kendi çadırına sürüp, kızı yere indirdi ve önce o ve Roza, sonrada Maria ve Ragnar içeri girdiler.

Kuzeyli savaşçı branda kapıyı kapatır kapatmaz kızlar soyunmaya başladılar ve Melik şah şaşkın şaşkın," Ne yapıyorsunuz?" diye sordu.

Üzerlerindeki mintanları şimdiden çıkaran ve vücutlarının üst kısmı tamamen çıplak kalan kızlar durdular.

Roza, " Çadıra girince biz zannettik ki..." diye ağzını açmıştı ki; Melik şah, lafiını tamamlamasına fırsat vermeden, " Düşündüğünüz şeyin şimdi ne yeri, nede zamanı." dedi ve " Yemek yapmayı bilirmisiniz?" diye sordu.

Kızların ikisi birden manalı manalı, " Yani, siz bizden sadece yemek pişirmemizimi istiyorsunuz?" diye sordular.

Melik şah gülümseyerek Roza'ya göz kırptı.

" Şimdilik."

Bunun üzerine kızlar kıkırdaşarak üzerlerini tekrar giyindiler ve sağı solu alt üst ederek yiyecek birşeyler aramaya başladılar.

Roza ve Maria bulduklarını ortaya yığarlarken; Ragnar, her önünden geçtiğinde kalçalarını kıvırtarak yürüyen, arada bir ona doğru dönüp, göz süzen Maria'ya bakarak iç geçirdi ve arkadaşının kulağına egilip, " Ne olur sanki sen kendininkini alıp, ufak bir gezintiye çıksan. Uzun süre yürümenede gerek yok. Bana yarım saat yeter." diye yalvardı.

Genç adam tam kuzeyliye, " Olmaz. Vakit daha erken olduğu için ne yaptığın anlaşılır." demeye hazırlanıyordu ki; dışarıdan birileri, " Melik şah, Alpaslan han sizi çağırıyor. Peçeneklerden elçi gelmiş." diye seslendi.

Duydukları yüzünden sevinçle yüzü aydınlanan Ragnar ellerini birbirine sürttü ve arkadaşının aklından geçenleri okuyan Melik şah, " Hiç heveslenme." dedi. " Sende benimle geliyorsun."

Böylece, Melik şah önde, yüzünden düşen bin parça somurtan Ragnar arkada gecenin karanlığına çıktılar ve aralarındaki bir yabancıyla konuşan Alpaslan ve generallerine doğru yürüdüler.

Küçük guruba katıldıklarında; Melik şah, Peçenek liderinin yanında gördüğü ama ismini çıkaramadığı kara saçlı, esmer adama selam verdi.

Elçi, Selçuklu veliahtının selamını başıyla aldı ve lafina kaldığı yerden, " Daha öncede dediğim gibi; Kutluğ bey ona yapmış olduğunuz teklifi kabul etti ve size katılmak üzere yola çıktı." diye devam etti.

Alpaslan, " Güzel." dedi. " O ve adamlarının başımızın üstünde yeri var."

Elçi, " Şimdi. Eğer bana müsaade ederseniz bir an önce yola çıkıp, komutanım ve arkadaşlarımın arasına geri dönmek istiyorum" dedi ve kenarda duran, yorgunluktan başı yere eğik, kan ter içindeki bineğini işaret etti.

" Ama benim at yorgun ve ben daha yolu yarılayamadan çatlayıp ölür. Eğer mümkünse bana sizinkilerden birini ödünç verebilirmisiniz?"

Alpaslan hemen en yakınlarındaki askerlerden birine seslendi ve adama, " En iyi bineğimi hazırlayın ve getirin." diye emrettikten sonra yeniden elçiye döndü.

" Aramıza ne zaman katılabilirsiniz?"

" İki güne kalmaz yanınızda oluruz."

Alpaslan, " Bu çok iyi bir haber." diye sevindi ve aralarında havadan sudan konuşarak at getirmeye gönderilen askeri beklemeye başladılar.

Bir, iki dakika kadar sonra, adam yedeğinde çektiği güzeller güzeli bir kısrakla gecenin karanlığından kamp ateşlerinin ışığına yürüdüğünde; hayvanın ihtişamından gözleri kamaşan elçi," Ben bu kadar değerli bir atı ödünç alamam. Ya başına birşey gelirse." dedi.

Alpaslan kısrağın yularını askerden alıp, elçiye uzattı ve " Bundan böyle bu hayvan sana ait." dedi. " İnşallah seni iyi bir kadere taşır."

Elçi gülümseyerek bir sıçrayışta atın üzerine tırmandı ve " Cömertliğinize teşekkür ederim. Tekrar görüşene kadar kalın sağlıcakla." deyip dört nala gecenin karanlığına karıştı.


MALAZGİRTHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin