2. Bölüm

58 8 3
                                    

Ekin ile biraz daha konuştuk. Azıcık azar yedim ama olsun... Annem hakkında da bilgi almış oldum. Hastaneye yatırmışlar... Ah anneciğim. Ne oldu sana böyle? Yanına da gelemiyorum. Tam da özlemiştim seni. Bugün seni aramak istiyordum. Ama sen hastanelere düşmüşsün.

"Hadi babacığım... Hadi... Açar mısın telefo-..  Alo?! Babacığım, nasılsın? Ben de iyiyim çok şükür. Annem iyi mi? Hmm...
Ne?! Babacık sen ne diyorsun?!"

Nedir bu başıma gelen... İsyan etmeyeceğim ama sanki dayanamıyorum mu ne... Hakikaten, nedir bu başıma gelen?

***

Ekin sağolsun benim yerimi buldu ve almaya geldiler Ezgi Abla' yla. Çok pişmandım, dedim ya... Bir daha kaçmak mı? Aman, Allah korusun.

Eve vardığımızda hiçbir şey yapmadan, ne kadar aç ve susuz olsam da umursamadan ve olan tüm güçsüzlüğümle balkona gitmeye çalışıyordum ama dayanamayıp düştüm. Tansiyonum düşmüştü ve kendimi hiç hissetmiyordum galiba. Bayılmadan bir adım öndeydim o anda... Hissiz olmak da iyiydi bazen, fani dünya denen varlıkta. Sonuçta onca histen sonra... Hissizlik hissini de tatmak güzeldi yerine göre. Neyse...

Kendime gelince Ekin' in ağladığını fark ettim. Benim için ne kadar endişelenmiş olsa da, üzülmemem için duygularını belli etmemeye çalışmıştı. Ezgi Abla ise evine bir şeyler hazırlamaya gitmişti. Ah biriciklerim... Ah aileciğim... Sizlere hissettiğim sevgi anlatılır mı ki? Hani derler ya, denizler mürekkep, yeryüzü kağıt olsa sevgimi anlatmaya yetmez diye. İşte şuan o sözde anlatılmak isteneni tamamen anlamış bir durumdayım.

Bunları düşünürken Ekin odasına gitti. Sanki Ekin' le telefon anlaşma yapmış gibi, o odaya girer girmez telefonumun zil sesi çalmaya başladı, çok sevdiğim Lindsey Stirling' in "Crystallize" parçası.
Arayan babamdı.

"Efendim babış? Aa, ciddi misin? Tamam... Tamam babacım. Ne zamana hazır olayım? Tamamdır, sizi çok seviyorum, kendine iyi bak, selam söylee... Güle güle..."

Babamlar beni almaya geleceklermiş. Huyumu biliyorlar, annemi ne kadar sevdiğimi de. Bu mutluluk ile Ekin' e haber verdim. Beni kucakladı, yaklaşık 43,5667 saniye -tamam kronometre değilim kabul ediyorum- omzumda ağladı. Neden bu kadar, anlamıyorum... Neden bu kadar üzülüyor beni görenler. Off... Allah' ım, sen yardım et.

***

Babamlar geldiğinde önce biraz hasret giderdik. Ama arabayı babam sürmemişti. Kritik bir durum vardı da bu sıkıntıda babama araba sürdürtmemişler miydi yoksa? Allah' ım... Yalnızca anlamak istiyorum.

"Nasılsınız?" dedim iyi olmadıklarını bile bile.

"İyiyiz kızım... Sen?"

Babamın sesi titriyordu sanki. Ama neden ki? Babamı hiç ağlarken görmediğim için ağlamaktan olup olmadığını bilemiyordum da.

" İyi misin babacığım?"

"Evet, evet yavrum... Hadi gidelim."

Valizimi bagaja koydum ve yola çıktık. Ekin ise yaşlı gözleriyle camdan el sallayabiliyordu sadece, biz gittikten sonra içeri girip bağıra çağıra ağlayacağını biliyordum, ama elden ne gelirdi ki? Ah, ah...

***

Hastaneye gittiğimizde annem -her zamanki nurlu yüzüyle- tekerlekli sandalyeye oturmuş, yanında hemşiresiyle bize bakıyordu: Bana, babama, 2 ablama, ve 5 aylık kardeşime.Mutlu görünmeye çalışsa da fazla belli ettiği hüznüyle...

Anneme "Anneciğiiim!" diye koştum. O da kollarını açtı. Filmlerde uzun süre sonra kavuşan âşıkların uzak mesafeden -yavaş çekimle- birbirine koşup sarılması gibiydi adeta. Çok özlemiştik birbirimizi. Ah anneciğim... Ne oldu sana böyle?

Birkaç saat sonra bizi buraya getiren babamın arkadaşı gitmemiz gerektiğini söyler söylemez ayaklandık. Ama babam annemle kalacaktı. İşte vedalaşma...

Babama sarılırken dolan gözlerim, anneme sarılırken dayanamayıp salıverdi gözyaşlarımı... Sürekli aklıma gelen o sahne... Annemin attığı ağlayan bakışlar. Dayananamıştım. Belki de ağlamak en iyisiydi. Bunu bilemeyecek kadar acizdim o anda.

Ardıma baka baka yürürken annemle birbirimize el sallıyor, gerçek bir yavaş çekim ile ayrılıyorduk. Bakışmalarımız ise, hastanenin otomatik kapısının kapanmasıyla son buldu. Artık arkama bakmadan, beni bekleyen arabaya koşuyordum. Bu süre beni Ekin' e bırakmadılar. Bir hafta sonra tekrar gidecektik.

***

Bugün yola çıkıyoruz. Annemi çok özlemiştim. Bu sefer onun yanından hiç ayrılmayacaktım, kim ne derse desin.

Yola çıktıktan yaklaşık iki saat sonra bir dinlenme tesisinde durup yemek yedik. Bir porsiyon iri ve bol kıymalı bir lahmacun yedim ben. Şimdilik bu yeterdi bana.

***

Vardığımızda, bizi bir yakınımızın evine götürdüler.
Biraz dinlendik ve bugün yani 21 Mart' ın öğlen sularında annemlerin yanına gittik. Fakat gittiğimizde bizi sadece babam karşıladı. Annem yoktu...

Biraz muhabbet ettikten sonra annemi sordum, sormaz olaydım mı desem, neden haberim olmadığına mı sövsem... Bilemedim ki. Annemi yoğun bakıma almışlar. Derken, yavaş yavaş akrabalarımız da gelmeye başlamıştı.

Yaklaşık yarım saat sonra, kuzenimle konuşurken ablamların babamın yanında olduklarını fark ettim. Müsaade isteyip yanlarına gittim, babam ağlıyordu. Babam kucak açtı, baktı bana... Ben de refleks olarak ağlamaya başlamıştım. Sarılıp yanına oturdum sonra. Bilmem o acıyı, nasıl tarif edebilirim...

Hatırlayamadığım bir zaman diliminden sonra yakınımızın evine gittik. Yemek yemek için sofra hazırlandı, ben de yardım etmeye çalıştım. Köfte, müthiş bir salata, neler neler... Allah razı olsun o evde bizleri ağırlayanlardan.

Yemekten belki tıka basa yemiş olabilirim, sonucunda biraz midem de bulanmış olabilirdi, ama yine de çok uykum vardı. Midem bulanıyor diye uyuyamayacak değildim, değil mi? Tamam sevgili kağıt, saçmaladım ama kızma sayfana yazdığım gereksiz cümlelere.

***

"Nazlı, kalk canım. Hadi."

"Tamam ablacık, kalkıyorum..."

Sabah olmuştu ve midem şuan iyiydi. Neyse.

Pembe geceliklerimi çıkarıp yerine siyah pantolonumu ve toz pembe gömleğimi giydim. Sonra kahvaltıya geçtim. Kahvaltı da akşam yemeği gibi çok güzel görünüyordu. O sırada babamın ve evin sahibinin sıkıntılı olduğunu fark ettim. Evden çıktılar. Biz kahvaltıdan sonra gidecekmişiz.

Çayımı koydular, ekmeğe reçel sürüp yedim; domates yedim. Bir şeyler daha yedikten sonra deri montumu giydim hızlıca. Beyaz spor ayakkabıkarımı giyme başarısında bulununca biz de çıktık. Arabaya binip giderken, babam telefon etti. "Acil" bölümüne çağırdı bizi. Yoksa annem iyileşmişti de sürpriz mi yapacaklardı? Hadi ne olur...

Hastaneye vardık, babamın bizi çağırdığı yere gittik. İçimde çok büyük bir umut vardı, annem iyileşmiş olsa, düşünsenize? Ne mutlu olurdum...

Babam bizi kucakladı. Bizi hastaneye ulaştıranlar gitti yanımızdan o sırada da. Ama annem yoktu... Bu ne şimdi? Ben yine sorularımla boğuşurken babam oturup ağlamaya başladı. Allah Allah; yeter ama, bu ne?! Anneme ne oldu benim? Babam neden hep ağlıyor iki günden beri?

"Saat 6' dan beri 8' e kadar annenizi uyandırmaya çalıştık... Ama başaramadık!"

Allah' ım yardım et...

"Nasıl yani?!"

"Annenizi kaybettik!.."

"Anneee!.... Anneciğim... Anne..!"

Hepimiz bağıra çağıra ağlıyorduk şimdi... Acil bölümü, bölümüne de; karşıda "Acılar mekanıyım, bakmayın" duruşunda morg? Fark etmemiştim işte!

En büyük umudun ölüm olması nedir bilir misiniz? Hı?! Ağlıyorum ey  sayfalar, ıslanın!

***

@bir kullanıcıdan bahsetDevam edecek... Takipte kalın.

Not: Yeni bölüm birkaç gün içerisinde yayınlanacaktır. Sağlıcakla kalın!

Çorap SöküğüHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin