Orta Afrika Cumhuriyeti
10 Ekim 2024Ne güzel atar bir insanın kalbi... Ne de hızlı atar bir küçük bebeğin ufacık yüreği... Kulağını minik bebeğinin göğsüne koymuş bir ana, orada acele acele bir dolan bir boşalan kesenin çıkardığı bu sesten nasıl bu derece bir keyf alır, nasıl bir aşığa sevgilisinin o narin, o her atışının kendisine olduğunu bildiği kalbin tarif edilemez sesi ona bu derece huzur verirdi. Sıkılmazdı insan, kulaklarına ninni gibi gelen bu "his" yaradanın bahşettiği bir mucizeydi ona.
Peki hep mucize miydi bu, tüm kalpler hep sevgiliye mi atar, hep sevgiyle mi duyulurdu. Ne Majid' in hasta, kurumuş bedenini bu halden kurtarmaya çalışan kalbi ne de hasta bedenin yanı başında duran Raihan ve Kajini şu an bu müthiş duyguları tadacak halde idiler.
Bulundukları çadırda, ölmek üzere olan bedenin, ortamın alışılagelmiş, gürültülü ve hızlı soluklarından hariç büyük bir sessizlik vardı.
Kemikleri sayılan bedenin yanında, biri diğerindan daha iri olan iki genç oturmuş, iri olan kafasını iki elinin arasına almış pek düşünceli halinden ara sıra öz kardeşinin hastalıklı öksürükleri beraberinde uyanıyor, etrafındakilerin farkına varıp tekrar hülyalara dalıyordu. Diğeri ise sıkılmış bir vaziyette elindeki tahta parçasıyla önündeki yumuşak toprağa garip şekiller çiziyordu.
Majid ise pek rahat olamayan hasır minder üstünde etrafından habersiz yatıyordu. Bilinci olduğu söylenemezdi. Ara sıra ağrılarından inliyor, hızlı solukları da buna karışınca siddetli bir şekilde öksürmeye başlıyordu. Öyle zayıflamıştıki derisine yapışmış ince kemiklerinin her köşesi belli oluyor, bir insan gelip dokunsa kırılacak gibi duruyordu. Düzenli olarak alması gereken ilaçlar da bitmişti. Muhtaç olduğu bu ilaçları alamadığından bu öksürmeler, inlemeler, terlemeler bir iki günde müthiş derecede artmıştı. Hatta son günlerde bu haller öyle artmıştıki Kajini ve Raihan ne yapacaklarını bilmiyor, onu yalnız bırakmaya korkuyorlardı.
Ne kadar da sıcaktı. Geniş alnını kaşındıran ter damlacıklarını elleriyle bir hamlede temizleyip yapış yapış olan ellerini kirli pantolonunda kuruladı. Çadırdan dışarı çıkmayı düşündü. Sıcağın bunaltıcı hali onun anormal bir derecede canının sıkılmasına, sinirlenmesine neden oldu. Belki dışarı çıkıp yalnız başına kafasını dağıtır, en azından şu sorunlu çadırdan biraz uzak durmak kendine iyi gelir, sakinleşir diye düşündü Kajini.
Canı sıkıldığı zamanlar, ne yapacağını bilememekten etrafındaki sevmediği ufak şeylere kafası takılır, sinirlenirdi. Böyle şeylere çabuk sinirlenir, çok zaman geçmeden unuturdu. Unutuyordu da problemler büyürse, çoğalırsa ne oluyordu: Kajini sorunu irdelemek yerine, en iyi çözümü sorunun kaynağından uzaklaşmak olarak görür, hep sorunlardan kaçardı. Fakat şimdi bu imkansızdı. Çünkü sorun kendisiydi, Raihan'dı, sorun yanında yavaş yavaş ölüme giden kardeşiydi.
Ayağa kalktı. Burada boş boş oturmanın, tıpkı kendi hayatı gibi boş, işe yaramaz olduğunu düşündü. "Doğru ya! Şimdi şu çadırdan dışarıya atacağım bir adım hayatımı değiştirecek, hayat daha mükemmel olacak.(!)" İçi büyük bir umutsuzlukla doluydu. İstemli, istemsiz yaptığı düşünce seanslarından olumlu bir sonuç alamıyordu, hatta şimdiki hali on dakika önceki sakin, zararsız düşüncelerine fazlasıyla ters düşüyordu. Daha da sinirleniyordu.
Bir insanın ruh halinin dakika dakika değişmesi ona mutlaka zarardı. Gözlerine zarardı, kalbine, sıktığı dişlerine, yumruklarına zarardı. Tıpkı Kajini gibi umudu tükenmiş, "alışmış" bir insana biraz umut verilip durulsa kâr etmezdi. Mutlu etmeye çalışmak boştu. Çok kolay gibi görünen fakat en zor olan sorunun kaynağını yok etmek lazımdı. İnsandan insana göre bu durum değişirdi fakat hep aynıydı, her insan doğup büyüdüğü ortamın hallerine uyum sağlardı. Ne kadar büyük olursa olsun alışırdı sıkıntılara, yok olmasada hafiflerdi acısı. Ve ne kadar büyük olursa olsun sıradanlaşırdı, kalbini hep hızlı attırmazdı mutluluklar. Fakat öyle bir hal vardırki biri diğerini anlayamaz, birinin yaşadıkları diğerine boş hatta manasız, diğerininki de o birine pek korkunç ve birazda hiddetli görünürdü. Birini diğerine karıştırılsa ortalık karışır, izdiham çıkardı.
Kajini gibi... İçindeki umudun ve umutsuzluğun karışmasıyla kafasında şimşekler çakıyor, en büyük izdihamlar bu kafanın içinde yaşanıyordu. Fakat sakin olması lazımdı. Kolay mıydı peki sakin olmak? Birisi öz kardeşi diğeri kan kardeşi... Onlar nasıl nefes alıyordu? Annesinin ve babasının ölüm haberini Majid'le beraber almamış mıydı? Raihan da aynı kaderi paylaşmıyor muydu onlarla? Aynı acıları yaşamışlardı. Kajini zayıf olmayacaktı. Hele hasta kardeşi nefes aldığı sürece ona pes etmek yoktu. Kontrolü kaybetmemeliydi. Bunu 30 yıllık hayatından öğrenmişti. Şimdi, sakin olma, adamakıllı düşünme zamanıydı.
Çok sıktığı yumruklarını gevşetti. Biraz daha sıksa birbirine girecek olan dişlerini birbirinden ayırdı. Sağ tarafında terden sırılsıklam olmuş yatalak bedene sakin gözlerle bakıp kapıya doğru yavaş adımlarla ilerledi. Durdu. Omzunun arkasından tekrar Majid'e baktı, bir müddet böyle durdu. Kafasını kendine baktığını farkettiği bir çift uykulu göze çevirdi. Bir kaç kelime söylemek için ağzını açtı ve işaret parmağını hasta kardeşine doğrultup aynı sakinlikle "Yanından ayrılma sakın." dedikten sonra kapı işlevi gören çarşafı kenara çekip kendini dışarıya bıraktı.
***
Hikaye yazmak gerçekten zormuş. Şunları yazana kadar canım çıktı :)
Umarım sıkılmamışsınız ve bu bölümü sonuna kadar okumuşsunuzdur.
Okumalarınız, yorumlarınız ve oylamalarınıza şimdiden teşekkür ediyorum.Son bir şey daha
Lütfen yazım yanlışları görürseniz yorumlara yazmaya üşenmeyin.
Tekrar teşekkürler.