SİYAH & MAVİ
Part 1
Tek bir masadan başka hiçbir eşyanın bulunmadığı odanın içinde iki adam karşılıklı masanın iki tarafında oturuyorlardı. İkisi de sessizdiler uzun süredir. Bu ölüm sessizliğinde konuşan tek şey birbirlerine kenetledikleri gözleriydi. Biri sormak istiyordu. Diğeriyse anlatmak, belki… Biri sormak zorundaydı, diğeriyse anlatmak.
Sormak zorunda olan orta yaşlı adam sonunda sordu.
“Nereden başlamalıyız?”
Ve genç olan gözlerini bir an için yer yer boya lekesi olan ellerine çevirip cevapladı.
“En başından başlayalım, siyahtan.”
“Siyahtan mı?”
Orta yaştaki adamın ilgisini çekmişti bu sıradan renk. Ama anladığı kadarıyla pekte sıradan değildi. Aslında karşısındaki adam için hiç biri sıradan değildi. Hepsi özeldi. Özellikle de mavi.
“Evet siyahtan, her şeyi gizleyen siyahtan başlayalım.”
Genç adam gözlerini karşısındakinden bir an olsun ayırmadan sakin ve kontrollü sesiyle anlatmaya başladı.
“Siyah… Çoğu kişiye göre asaletin rengi. Benim içinse sırrın, görünmeyenin, bilinmeyenin, hissedilmeyenin, her şeyi gizleyenin rengi. Bütün renklerin kesiştiği yer. Özel bir renk… Benim rengim. Ve en sevdiğim renkti onu görene dek.”
Orta yaşlı adam ani merakına yenilerek sordu.
“Kimi?”
Genç adam hikayesinin bölünmesinden hoşnutsuz belli belirsiz kaşlarını hafifçe çatarken soğuk bir sesle cevapladı.
“Maviyi.”
“Bana onu anlat, maviyi.”
Orta yaşlı adam renklerin çoğalmasını ilginç buldu. Meraklanmıştı. Genç olan ise dalan gözleriyle zihninde bir ana odaklanıyor gibi görünürken dudakları kımıldamaya başladı.
“Upuzun ve maviydi. Ama sıradan bir mavi değil, alev mavisi. Onu ilk gördüğüm gün 3 Ekim akşamı. Kapıyı açmıştım, çöpü bırakmak için. Karşımdaydı. Elimi uzatsam tutabilirdim. Ama donmuştum. O da beni fark etmemişti. Elindeki anahtarla kapıyı açıp karşı daireye girdi. Kapıyı kapatmadan önce fark edebildi beni. Ve bende onları… Onlarda maviydi. Gözleri… Sonra kapı kapandı. ”
“Onu tekrar ne zaman gördün?”
“Ertesi gün. Ve diğer tüm günler de.”
“Peki ne zaman tanıştınız?”
Genç adam karşısındaki adamın yüzüne tuhaf bir şey söylemiş gibi baktı kısa bir an. Göz bebekleri hafifçe titrerken konuşmasına devam etti.
“Onu takip ettim. On dokuz Ekimdi. Yağmur yağıyordu. Başında şapkası vardı. Bunu sevmemiştim. Islak sokakta hızlı adımlarla ilerlemeye çalışıyordu. Sonra bir kulübe girdi. Bende arkasından içeri girdim. İçki kokusu, o tuhaf müzik sesi ve kendinden geçmiş insanlarla doluydu içerisi.
Etrafa baktım. Bir sürü gereksiz renk vardı. Ama o yoktu. Mavi. Bir süre sonra ortam iyice karartılıp sahneye loş bir ışık verildi. Ve onu buldum. O ışığın altında ahenkle yanan alev mavisi saçlar. Nefes alamadığımı hatırlıyorum. Büyülü bir an gibiydi.
Dansı bittiğinde sahneden indi ve bar taburelerinden birine oturup tuhaf bir içki söyledi. Hemen yanındaki tabureye oturdum. Yine çok yakındım ona. İstemsizce elimi uzattım.”
Genç adam sanki o anı tekrar yaşıyormuş gibi elini kaldırıp boşluğa doğru uzandı.
“Dokundun mu peki?”
Onu daldığı hayalinden uyandırmasından hoşnutsuz olduğunu belli ederek sert bir sesle cevap verdi orta yaşlı adama.
“Hayır. Yanına başka bir adam geldi ve gittiler.”
“Onları takip ettin mi?”
“Hayır.”
“Oraya bir daha gittin mi?”
“Hayır. Onu her akşam penceremden görüyordum. Büyük ihtimalle oraya gidiyordu. Ama maviyi diğerleriyle paylaşmaktan hoşlanmıyordum. Bir daha hiç gitmedim.”
Orta yaşlı adam anladığını belirtir bir şekilde kafasını yavaşça sallayıp başka bir soru sordu.
“Peki sonra ne oldu?”