15.06.2018
Büyük bir hışımla oturduğum sandalyeden kalktım ve avcısından kaçan avın özgür kalma isteğiyle koşması gibi koşarak restorandan çıktım. Nereye gittiğimi bilmeden koşmaya devam ettim. Koştukça kendimden uzaklaşmam mümkünmüş gibiydi ama değildi işte. Nereye koşsam oradaydım! Elimdeki çantada çalan telefonu çıkarmak için biraz durdum.
Reşit Soydan
Aramayı meşgule attım ve tam telefonu çantama koyacakken tekrar çalmaya başladı.
Reşit Soydan
Telefonu bulunduğum sessiz sokağın içine doğru attım ve koşmaya devam ettim. Sanki saçma bir dram filminde kameraya doğru koşuyordum. Koşmanın düşüncelerimi alıp atmayacağını anlayınca dahasını istedim. Çoktan özgür kalarak bulutların arasında uçan kuş olmak istedim. Özgür olduğunu sanan kuş... Oysaki o kuş, benden daha sınırlıydı. Yeryüzüne inse türlü tehlikelerle karşılaşırdı, atmosferin dışına çıksa ölürdü. Öylesine özgür ve öylesine kısıtlanmış bir hayat.
Cadde kaldırımlarında deli gibi koşarken çarptığım insanlar arkamdan seslense de dönüp bakmadım. Baksam da önüme geri dönecektim zaten. Koştum, nereye olduğunu bilmeden koştum. Bir ara sokağa girip duvara elimi koydum ve dışarı çıkmak için göğüs kafesimi zorlayan kalbimi dinledim. Vücudum kalbimin her atışında zonkluyordu, nefessiz kalmıştım. Başımı öne eğdim ve yerde dönen ayaklarıma baktım. Ben, Berlika Soydan, topuklu ayakkabılarla bile yürüyemeyen ben, onlarla koştum. Kendi kendime kıkırdadım. Artık aklımı kaybediyordum. Mantıklı yanımdan geriye kalan yalnızca yıkılmış bir ülkenin enkazından çıkan dumanlar gibiydi. Zaman mantığımı alıp götürüyordu.
Nasıl başlamıştı her şey? Doğarken annemi öldürmemle olmalı. Peki sonra, sonra ne olmuştu da insanlar benden nefret etmişlerdi? Annemi farkında olmadan öldürdüm diye mi? Neden? Fare gibi aklımı kemiren ve mantığımı yok eden bu soruların cevaplarını alamadıkça deliriyor, kafayı yiyordum. Ellerimle başımı tuttum. Tıpkı dünkü gibi yere çöktüm. Elbise umurumda bile değildi. Bacaklarımı kıvırdım ve yine başımı bacaklarımın arasına koydum. Bir süre sonra düşüncelerin yoğunluğuyla kafamı duvara vurdum. Vurduğum yerin acısı durmadan artarken elimle acıyan yeri tuttum.
Dokuz ay önce... Dokuz ay öncesinden nefret ediyorum, diye bağırmak istedim, yapamadım. O zaman ağlayamadığım o olay boğazımda bir yumru gibi takılı kalmıştı.
"Dokuz aydan da öncesi!" diye sessiz bir çığlık attım. Sessiz bir çığlık en tehlikelisiydi benim için. Kendimi kaybetmenin eşiğindeydim. Çantamda telefonumu aradım. Dedeme ya da babaanneme ihtiyacım vardı. Ancak yoktu. Lanet olası telefon çantada yoktu! Alıp atmıştım onu, değil mi?
"Ah!" diye bağırdım ara sokakta. Boş olan bu sokakta sesimin yankısı öyle acı dolu geldi ki kendime acımaktan başka bir şey yapamadım.
"Utkan..." diye fısıldadım. "Gel ve aklımı dağıt, güldür yine."
Gözlerimi kapattım ve duvara daha çok sindim. Boğazımdan kurtulamayan yumru gözlerimde yanma hissine dönüşünce aniden gözlerimi açtım. Karşımda bir kız duruyordu. Buğulu gözlerimle kız olduğunu anlayabiliyordum ama nasıl bir görüntüsü olduğunu sezemiyordum.
"Yanına oturabilir miyim?" dedi sessizce. Tepki vermedim. Yanıma oturdu.
"Bağırmanı duydum ve yardım etsem iyi olur diye düşündüm."
Bana yardım edemezsin, diyemedim.
"Hey, sen iyi misin?"
"İyi mi görünüyorum?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SİZE NE?
Novela Juvenilİnatçı. Duygusuz. Toplumun değer yargılarına karşı çıkmış, ahlaksız. Nedensizce; yalnızca insanların önyargıları yüzünden kendi içinde hapsolmuş. Belki en derinlerinizde; sizden birisi. Yalnızca insanların yargılamasından bıkmış ve ağzına bir cümle...