Iddia

109 15 0
                                    

Bu yeni tanıştığım yabancıyı kendime garip bir biçimde yakın hissediyordum. Bir şekilde kafamı dağıtmayı başarıyor en azından. Benim negatif enerjimin aksine onun benimkini gölgeleyecek biçimde pozitif enerjisi var.

Ona biraz fazla yaklaşsam büyük ihtimalle çıt çıt diye sesler çıkacak.

Ah yanlış anlamayın sakın ondan hoşlanmıyorum.

Sadece kafamı dağıtmaya çalışıyorum.

Merakla şu pişman olacağım teklifi bekliyordum. Gözlerimi ona dikip ne söyleyeceğini bekledim.

Oda çatalıyla oynuyordu.

Ne kadar merak etsemde sıkıldığımı belli etmek için kafamı kaldırıp etrafıma bakmaya başladım.

O sırada dikkatimi mavimsi ve morumsu uzun saçları olan 19 yaşlarında bir kız çekti. Deri bir tayt giymişti.

Üzerinde " dünya berbat bir yer " yazan bir tişört giyiyordu.

Yüzü bu gotik tarzının altında çok masum bir yüz yatıyordu.

Normalde gotik tarzı sevmesemde bu kıza yakışıyordu.

AH KİMİ KANDIRIYORUM KUSURSUZ BİR YÜZÜ VARDI.

Bakışlarını birini ararmış gibi masalarda gezdiriyordu. Sonunda aradığını buldu ve gözleri Alex'le buluştu.

Yavaş hareketlere yanımıza geldi.

Simsiyah tırnaklarını masaya koyup kendine has ama kötü olmayan sesiyle Alex'e selam verdi.

Alex rahatsız olmuş gibi kıpırdanıp gözleri ile beni işeret etti. Kızla biran bakışlarımız buluştu. Mavimsi saçlarıyla uyumlu gri gözleri çok hoştu.

" Selam ben Slavelya. Ve sen kimsin umurumda bile değil. " deyip Alex'in yanağına bir öpücük kondurup gitti.

Kızın bu umursamaz bakışlarının altında kötü bir geçmiş yaşadığı belliydi. Bu yüzden içindeki acısını kimseye belli etmemek için bir paravan görevi gören bu gotik tarz ve umursamazlığı kullanıyordu.

Fakat siyah ojeleri bile iç dünyasının ne kadar karamsar olduğunu gösteriyordu.

Alex yavaşça kırmızı şarabından bir yudum alıp bu anı unutturmak için bir konu başlattı.

" Buldum nesine iddiasına gireceğimizi. " dedi.

" Neymiş bakalım benim şu pişman olacağım teklif. " diye sordum merakla. Evet deli gibi merak ediyordum. Ayağımı sallamaya başladım hadi der gibi.

" Eğer şu bir hafta içinde dayanamaz anlatırsan 2 haftayı benimle geçirirsin ben ne dersem onu yaparsın. Ama eğer anlatmazsan otelimde sana 2 hafta daha tatil ayarlarım. Tabi bu süre zarfından sonra anlatırsan karışmam. Gerçi benim cazibeme dayanamayıp anlatacağını ikimizde biliyoruz. Ama çaktırma. " dedi sanki bir sırrını verirmiş gibi fısıltıyla konuşup.

Bir saniye ne dedi o otelim mi dedi. O kadar cümle içinden bunu seçip çıkarmıştım.

Ne aptaldım. Kendi oteliydi.

Bu neden beni otelime bırakmak için bu kadar ısrar ettiğini ve resepsiyon görevlilerinin ona bakışlarını açıklıyordu.

Bende üstüme alınmıştım.

Katıksız safım. Cidden. Yolda birde beni kandırmıştı.

" Sen turist rehberi değilmiydin ? "

" Evet o işi seviyorum. Ama otel babamın, teorik olarak benimde otelim oluyor. " dedi.

" Neden anlatmam için bu kadar ısrarcısın ?"

" Sana kanım ısındı boş boğaz. Ve merak işte. Hadi ama benden hoşlanmadığını söyleme bana. İddiayı bilerek kaybedeceksin. " dedi pis bir sırıtmayla.

Birde ne diyor.

Seni kendini beğenmiş egoist, zengin, gıcık, pislik, ego yığını.....

" İçinden bana saydırman bittiyse kararını bekliyorum. "

Beni bu kadar çabuk çözmesi kötüydü. Ama eminimki şu an kaşlarım çatıktı ve anlamsız birşeyler mırıldanıyordum.

Kabul edesim varsa bile seni gibi biriyle bir iddia....

Ne diyorum ben tabikide kabul edeceğim. Bakalım oyunun sonunda KİM PİŞMAN OLACAK BAY EGO !!!

" Sen iki türlüde kazanıyorsun. " dedim. Ahh kendimi bir ödül olarak görmüştüm. Ama senin gibi bir egonun benim gibi bir psikyatrdan biraz ders alması gerek.

" Ben hep kazanırım. " dedi. Sadece ben kendimi ödül olarak görmüyordum oda beni öyle görüyordu. Pırlantamıyım neyim ??

Cevabımı vermeden önce portakal suyu ile karışık şarabımdan bir yudum aldım. Tadı böyle daha hoş oluyordu. Küçükken tadını merak ettiğmde babam küçük cam bir bardağa meyve suyu ile karıştırarak vermişti. O zamandan beri alışkanlık olmuştu bende.

Gene o adam geliyordu aklıma.

Sonra çığlıklar.

Gözlerim dolmaya başladı.

Kimse görmesin diye kafamı eğip yüzümü siyah saçlarım ile gizlemeye çalıştım.

Yüzümü ellerimin arasına alıp odama doğru koşmaya başladım. Merdivenleri 2şer 3er çıkarken tek derdim buz gibi bir duştu.

Odama hızlıca girip kendimi banyoya kapattım.

Buz gibi su her zaman iyi gelirdi. En azından beynimi dondurması yeterdi. Böylece düşünmezdim.

Titreyerek suyun altından çıkıp bornozuma sarıldım.

Biride kapımı inatla yumrukluyordu ama umudumda bile değildi.

Birazcık daha ısındığımda kapıya cevap vermek aklıma gelmişti.

" Kim o ?"

" Benim prenses. Daha saat 12 bile olmadı. İyimisin ? "

Bornozuma biraz daha sarınıp kapıyı açmaya bile tenezzül etmeden bir kere daha cevap verdim.

" Birazdan bal kabağına dönüşeceğim beni öyle görmeni istemem. " dedim bende hafif bir tebessümle.

" O zaman bana ayakkabının tekini verde hayallerimde ki prensesi bulmam daha kolay olsun yarın. "

Şapşalll :)

" Ben prenses değilim bal kabağılım seni aptal. "

Dedim gülerek. Evet sorunlu bir bal kabağıydım.

" Prenses her zaman prensestir. "

" Boş boğaz ve baş belasına ne oldu ?"

" Bir insan her ikiside...........

Derken daha sözünü tamamlayamadan sözlerini acı bir çığlık kesti.

Tüylerim diken diken olmuştu.

Gerçek olamayacak kadar tiz ve yükses bir çığlıktı. Sanki tüm zaman durdu ve çığlık yavaş yavaş etrafı sardı. Bunun anlamı açık ve netti....

Kafamı ellerimin arasına alıp kapıdan kayarak yere düştüm.

Aklıma yine o acı dolu çığlıklar dolarken aklımı yitirecek gibi oldum.

Tüm hücrelerim buz tutmuştu.

O uğursuz gecenin görüntüleri zihnime dolarken tıraklarıme istemsizce yüzüme batırdım.

ÖLÜMÜN BÜYÜSÜ BURADADA PEŞİMi BIRAKMAYACAKTI !!!!

Ölümün BüyüsüHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin