Dur. Sana anlatacak birtakım hikayem var.
En başta belirtmek isterim ki hiçbir şekilde iyi bir konuşmacı olamadım, bu çok da önemli mi pek de bilmiyorum açıkçası ama olsun. Başlayayım mı? Emin misin?
Tamam o zaman.
O an, hayattan istediğim çok şey yoktu. Belki bir geceyi daha atlatmak ve bir şişe viski ve böylesine bir belirsizliğin içinde olmamak. Belirsizliği biraz daha açmamın benden talep edileceğini düşünüyorum o yüzden, içinde olduğum durumdan birazcık bahsetmek isterim.
Bilincimi kazandığımdan beri -ki bu yaklaşık iki aydır falan demek- yaptıklarım paçamı zar zor bir laboratuvardan kurtarmak, bir süre tek başıma vandallık yapmak ve karşılaştığım birtakım (sandığım kadarıyla büyük kısmı benden ölesiye nefret eden) mistik oğlanla beraber koskoca bir çölde başıboş bir şekilde dolaşmaktı. Ayrıca, sadece yaklaşık iki aydan beri yaşamadığımdan da adım gibi emindim, gerçi adımdan da pek emin olduğum söylenemezdi. Hayat hakkında hatırladığım şeyler cidden çok parça pinçikti. Mesela, viskiyi kesinlikle buzsuz ve malt içmem gerektiğini, içkiyi en iyi kıvama getirecek şeyin önce o bardakta su içip, ardından viski eklemek olduğunu, denediğim ilk viskinin kolalı olduğunu ve içkiyi birinin yüzüne tükürdüğümü hatırlıyordum, ama o kimdi, ben bunu nerede, nasıl yapmıştım, kaç yaşındaydım, böyle şeyler hakkında zerre fikrim yoktu.
Her neyse, şu an hayattan istediğim çok şey yoktu çünkü hayata karşı beslediğim ne kadar ümit, heyecan ve türevi duygu varsa içimde bir yerlere kaçmış ve beni gerçeklerle yüz yüze bırakmıştı; burada sıkıntıdan, bunalımdan, depresyondan, stresten ama özellikle de açlıktan ölüp gidecektim.
Yixing denen eleman vücudumuzu idare etse ve Junmyeon bize az da olsa su bulsa da, dayanmamız giderek zorlaşıyordu. Yiyecek bir şey de istemiyordum artık, sadece bir şişe viski. Bir şişe Journeyman. Bardak ya da su hatta şişesi bile gerekmiyor, boğazımdan aşağı aktığını hissedeyim yeter. Hatta tam o an, bundan da vazgeçtim, o geceyi de atlatmak istemiyordum, gözlerimi şöyle sıkıca kapamak ve kibarcası basbaya gebermek istiyordum; hatta gözüm açık gitsem bile olurdu, neye ulaşamamıştım da gözüm açık gitmiştim anlayamayacaktım sonuçta.
"Chanyeol, yaklaşsana biraz."
Deniz yıldızı misali yerde uzanan bedenimi sesin kaynağına doğru sürükledim. Ellerini yüzüme doğru tuttu. Burnumdan alev verince tiksintiyle bana baktı. "İğrençleşme."
Yüzüme doğru tuttuğu ellerini tutup vücudumdaki ısıyı ona aktardım, ellerini sıktım. Gözlerini benden kaçırdı. "İyi misin?"
"Evet."
Ardından rahatlatıcı şeyler söylenmesi gereken türde, kısa bir sessizlik oldu. "Merak etme, benim tanıdığım Jongin yolunu asla kaybetmez. eminim geri dönecek."
"Sen Jongin'i nereden tanırsın ki?" Kyungsoo güldü; hani şu yarım ağız, hafif göz devirmeli gülüşlerden.
Derin bir iç çektim, uzatmanın manası yoktu. "Hadi, uyurken vakit daha hızlı geçer," dedim ellerini bırakıp deniz yıldızı pozisyonuma dönerken. Altımızdaki siyah kumlar hareket etti ve vücutlarımız için daha rahat bir hale büründü, Kyungsoo sağ kolumun üstüne başını koyup dümdüz kumlara uzandı ve ellerini karnında birleştirdi. Uykuya daldıktan bir süre sonraysa cenin pozisyonu alıp bedenime daha çok yaklaştı, genelde ifadesiz olan yüzü sanki kabus görüyormuşçasına kasılmıştı.
Çok şey istemiyordum, sadece, Jongin dönerken umarım bir şişe viski getirirdi. Bir de Jongin umarım sağ salim dönerdi.
1 /
ŞİMDİ OKUDUĞUN
JOURNEYMAN
Fanfiction[#station18] D-9 Chanyeol / Baekhyun | Power, MAMA | Fantastik | PG-13 | 11k Dünyası yok olurken Chanyeol'un tek yaptığı hayat ağacının kalbini aramaktı. onun yerine Baekhyun'u bulur.