Bir şeylerin bazen hayatınıza dokunduğunu hissederdiniz. O olunca, ışıltısını size de bulaştırınca tamam olurdunuz sanki. Elinde sihirli değneğiyle çıkagelir ve birden dünya bambaşka bir hal alıverirdi. Benim için o, küçük sıska turuncu saçlı bir kızdı. Işıltısını bana bulaştıran, bana renklerini katan minik bir kız.Annem her zaman sanatla uğraşmamı, alanı ne olursa olsun bir sanatkar olmamı isterdi. Kendisini boyalarında, fırçalarında kaybetmiş bir ressamdı. Ona hayrandım. Bodrum katımızda bir odası vardı ve ordan çıktığı nadirdi.
8 yaşımda elimden tutmuş ve beni bir piyano kursuna götürmüştü. Rengarenk taşlar döşenmiş bir yolun ucundaydı kursum. İçim kıpır kıpırdı yol boyu. Nihayet annemin bahsederken gözlerinin ışıldadığı bir çocuk olacaktım.
Mavi taş, yeşil taş. Bir iki ve kırmızı taş.
Yol boyu sekerek ilerlemiştim. Müzik aletleriyle çevrili o odaya ilk girdiğimdeyse onu bulmuştu gözlerim hemen. Annem öğretmenimle konuşmak için dışarı çıktığında gülümseyerek yanıma gelmişti. Piyanonun karşısındaki koltuklardan birine yan yana oturmuştuk. Gözlerimi saçlarından alamamıştım. Bana hızlı hızlı bir şeyler anlatırken büyülenmişçesine elimi saçlarına uzatmıştım. Çok parlaklardı, hayatımda gördüğüm en güzel renge sahip saçlardı. Yüzüme şaşkınlıkla bakmış sonra da sormuştu,
"Ne yani sen şimdi saçlarımı sevdin mi?" Usulca başımı sallamıştım. Gülümsemesi kocaman bir hal almıştı.
Bir yıl sonra dokuz yaşımızdayken, beni sevmesinin nedeninin saçlarına gülmemem olduğunu söylemişti.
Mavi taş, yeşil taş. Bir iki ve kırmızı taş.
Rengarenk taşların beni ulaştırdığı o yerde altı yıl boyunca hayatımı turuncuya boyamaya devam etmişti. Parmaklarımız bir piyanoda ahenkle dans etmişti. Tam altı yıl. Annem bir sabah bavulunu alıp çekip gidene kadar tam altı yıl.
Turuncumla piyano çalmaya bayıldığımı ama onun için çalmadığımı anlamıştım annemin gidişiyle. Ben annemin sanatkarı olmak istiyordum ve tüm sanatımı onun için yapıyordum.
Bu yüzden annem gidince oraya gitmeyi kesmiştim ben de. Ona sadece artık piyano çalamayacağımı söyleyen bir not bırakmış ve bir daha asla onu görmemiştim. Babamla başka bir şehre taşınmıştık. İçimde renk namına ne varsa, annemin bodrumunda ve onunla çaldığımız piyanonun kuytularında bırakmıştım.
Yıllar boyu siyah bir adam olarak yaşamıştım. Bir monotonluğa kendimi teslim etmiş asla da dışına çıkmamıştım. Sevmediğim bir işte çalışıyordum. Soğuk ve soluk bir hayatı yaşıyordum.
İşten çıkmış yorgunlukla eve dönüyordum. Anılarıyla dahi zihnimi canlandıran onu düşünüyordum. Kaldırım taşlarının griliğine dalmış ilerliyordum. Sonra onu gördüm. Altı yıl boyunca ezberlediğim kaldırım taşları. Ordaki gibi boyanmış kaldırım taşları.
Mavi taş. İki adım. Yeşil taş. İçimde bir ümit kıpırdadı. Bir iki zıpladım. Kırmızı taş.
Mavi taş yeşil taş. Bir iki ve kırmızı taş.
Elim sıkışan kalbime gitti. Kalan iki adımı da atıp dükkanın kapısına ulaştım. Yavaşça kolu aşağı indirip başımı uzattım.
Bir turuncu baş da bana uzandı rafların arasından. Oydu. Benim turuncu saçlı ilk aşkım. Geçmeyen aşkım. Gözlerim dolu dolu baktım yüzüne.
"Ben," diye mırıldandım. "Piyano çalmak istiyorum... Yeniden. Bu sefer senin için."
AraftakiAnka nın Army olmasının hediyesi. Taehyung gibi morluyorum seni Ankam 💜💜💜
ŞİMDİ OKUDUĞUN
First Love| Tek Bölümlüktür
Fanfiction"Ne yani sen şimdi saçlarımı sevdin mi?" Usulca başımı sallamıştım. Gülümsemesi kocaman bir hal almıştı. Bir yıl sonra dokuz yaşımızdayken, beni sevmesinin nedeninin saçlarına gülmemem olduğunu söylemişti. Mavi taş, yeşil taş. Bir iki ve kırmızı taş...