Bu bölüm yanınıza bir fincan sıcak sıcak çikolata alabilirsiniz. Medyadaki şarkının bölümle alakası olmadığı için özür dilerim ama güzel bir parça belki seversiniz. Sevgilerimle...
- Dilara Gülçiçeği
"Herkes genç olmanın ağır yükünü taşımamıştır ve taşımayanlar hem şanslı hem de şanssızdır ama bana bunları düşünürken şunu asla bilmediğimi de belirtmek isterim ne konuda şanslılar veya ne konuda şanssızlar..."
Göz yaşlarımı silip saçımı taramaya devam ettim. Annemle babam küçük bir iş seyahati için beni iki günlüğüne yalnız bırakmıştılar. Aslında bu tam olarak bir yalnızlık değildi üst kat komşumuz beni arada kontrol ediyordu. Saçımı topuz yapıp telefondan saate baktım. Evre tam dört kez beni aramıştı fakat açmayı istememiştim. Telefonu odamda duran çantamın içine atıp onu koridora sürükledim. Koridordaki dolaptan mont, atkı ve bere alıp giydim ve evden çıktım. Dış kapıyı açtığımda yanan yüzüme çarpan soğuk rüzgâr beni biraz olsun ferahlatmıştı. Otobüs durağına giden kısa yolu elimden geldiğince uzatsam da tam vaktinde otobüsün içinde olmuştum. Akbili okutup otobüsün arka tarafına geçtiğimde her zamanki gibi Evre orada beni bekliyordu.
Yanına vardığımda direkt başladı. "Dört kez seni aradım. Sen aklını mı kaybettin? Neden telefonlarıma bakılmıyor?" Diye sordu.
Derin bir nefes aldım. Eğer ona dün olanları anlatırsam büyük bir kavganın çıkacağını biliyordum ve sanırım bu hiç hoş olmayacaktı. Evet, bende yalan söylemeyi tercih ettim. Çünkü bundan daha fecisi vardı ve ben bunu bir daha yaşamak istemiyordum.
"Sadece biraz midem ağrıdı ve tüm akşam ve gece uyudum."
Rahatlamıştı, içinde tuttuğu nefesi dışarı verdi. "Peki şimdi daha iyi misin?"
"Evet, daha iyiyim ama drama dersinden sonra biraz atıştırsam daha iyi olacak." Dedim ve sonra bir şey konuşmadık. Otobüs inmemiz gereken durağa geldiğinde indik fakat bu sefer onun koluna girmedim ama gariptir ki bu durumu Evre hiç fark etmemişti. İkinci kata sahnenin olduğu yere vardığımızda hocamız sahnenin tam ortasında oturuyor ve herkesin koltuklarına yerleşmesini bekliyordu. Evre ile bende kendimize oturacak bir yer seçmeye çalışırken birinin bize doğru el salladığını gördük. Eliot bize yer tutmuştu ve sahneye yakın bir yerdi üçüncü sıradaydı. Yanına geçip oturduğumuzda bir koltuk boş kalmıştı çantalarımızı oraya yerleştirmeye karar verdiğimiz sırada drama öğretmeni konuşmaya başladı. Kahverengi kirli sakallı, sakalıyla aynı renk gür saçları olan uzun boylu çok neşeli bir adamdı.
"Arkadaşlar herkes geldiyse yoklamayı alacağım!"
Tam bu sırada kapı tekrar açılıp kapandı. Arkamı dönüp kimin geldiğine baktığımda Meriç gelmişti. Sonra Eliot tekrar elini sallamaya başladı. "Senin için bir yer ayırdım lütfen bize katıl!" Diyerek seslendi.
Meriç bizim yanımıza gelirken bizde çantalarımızı oradan aldık. Acaba dünkü olaydan dolayı bana kızgın mıydı diye merak ederken yanıma geldi, oturdu ve bana bana dönüp sarıldı. İçimde bir Amerikalı genç çıkıp şöyle dedi. "AMAN TANRIM! O CİDDEN ANLAYIŞLI!"
"Dün hakkında boş bir zamanında konuşalım." Diye kulağıma fısıldadı ve benden ayrıldı.
Evet, haklıydı konuşmamız gerekiyordu ama daha kendime anlatamadığım bir şeyi başkasına nasıl anlatacaktım bilmiyordum.
Umur Hoca elindeki küçük torbayı aldı ve bize gösterdi. "Geçen haftaki dersten hatırlıyorsunuz değil mi?"
Eliot'a anlatmak için Evre'nin biraz eğildiğini gördüm. "Umur Üstat bize dedi ki "Size seçmeniz için üç eser veriyorum, eserin adını kâğıda yazın ve torbaya atın." İşte şimdi oradan çıkan sonuçları açıklayacak."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MEDUSA'NIN GÜNAHI
Fiksi RemajaEfser, Evre, Eliot ve Meriç on yedi yaşında liseye giden dört arkadaştır ama hayatın zorlukları ve akranlarının zorbalığı yüzünden ne kadar çevrelerine belli etmeseler de içlerine kapanık gençlerdir. Bu lise çağındaki dört arkadaşın çevresinde geliş...