-7- "Te quiero..."

4.9K 153 6
                                    

Medya; Çağla.

"Anlamıyorum..."

Kaşlarımı çatarak Ali'ye baktım ve öfkeyle elimdeki kalemi koluna batırdım.

"Ah! Ne yapıyorsun kızım?!"

"Hem ders çalıştır diye ısrar ediyorsun, hem de dinlemiyorsun!" diyerek kızdığımda kolunu ovalamayı bırakarak kaşlarını çattı hafifçe.

"Ne yapayım? Aklım yerinde değil ki..."

Sözleriyle birlikte sinirli tavrım uçup giderken, şefkatli arkadaş yanım yine dayanamadı ve usulca koluna dokundum. "Bir şey mi oldu?"

"Hayır... Sadece," dedikten sonra önümüzdeki kitaba diktiği bakışlarını yüzüme çevirdi. "Bir an olsun aklımdan çıkaramıyorum Çağla'yı, Umut. Ne yapacağım ben?"

"Ya Ali..." diyerek başımı koluna yasladım. Söyleyemiyordum ki Çağla'nın geri döneceğini de... Söz vermiştim. Eğer Ali şimdi öğrenirse, gidip kolundan tuttuğu gibi geri getirirdi Çağla'yı, doğum gününü beklemeden. Ve Murat amcanın böyle bir durumda neler yapabileceğini tahmin etmek bile istemiyordum.

Bu yüzden, bekleyecektik işte...

Çağla'dan;

Kolumdaki morluğa bakıp içimden bir küfür savurdum. Daha eskisi iyileşmeden yenisini eklemişti, babam...

İçimden geçirdiğim sıfata karşın alayla güldüm. Baba kavramı başkaları için ne ifade ediyordu bilmiyorum ama benim için, eşi çocuklarını doğururken öldüğü için kızını suçlayan bir adamı ifade ediyordu. Zaten her gün suçlu olmanın verdiği yük altında ezilirken bir de babamın sözleri altında eziliyordum.

Annemi bir kez olsun görememenin vermiş olduğu acı öylesine büyüktü ki, üstüne ailemdeki tek kişi olan babamın da benden nefret ediyor olmasını kaldıramıyordum...

Derin bir nefes alarak kremi kolumdaki morluğa iyice yedirdim. Kremin soğukluğu ilk birkaç saniye iyi gelse de sonra bu his geçmişti.

Ankara'ya geldiğim ilk günden beri tükendiğimi hissediyordum. Oysa İzmir'de, yaşadıklarımı bana bir an bile olsa unutturan arkadaşlarım vardı. Ve ben onları bırakıp gitmek zorunda kalmıştım.

Kremi masanın üzerine bırakırken yanaklarımdan süzülen birkaç damla yaşı sildim. Ankara'ya geldiğimden beri ağlamadan geçirdiğim tek bir gün var mıydı ki?

Ayaklarımın dipindeki telefona kaydı bakışlarım. Ali'yle en son konuştuğumuz geceden sonra bir daha aramamıştı ve ben de onu aramaya cesaret edememiştim.

Elim yavaşça telefona giderken evin kapısının sertçe kapandığını duydum ve ardından da babamın sert sesini.

"Çağla! Hemen buraya gel!"

Telefonumu es geçerek oturduğum yatağımdan kalktım ve odamdan hızla çıkarak salona giriş yaptım.

Babam, ceketini koltuğun üzerine fırlatmış, boynundaki kravatı çıkarmaya uğraşıyordu.

Salonun girişinde duran beni gördüğünde, bakışları birkaç saniye morarmış koluma takılsa da sonra umursamayarak çıkardığı kravatını da ceketinin yanına gönderdi.

"Karnım aç, yemek hazırla."

Bir şey söylemeden mutfağa yöneldim ve babam işteyken yapmış olduğum çorbayı tabağa koyarak yemek masasına bıraktım. Her gün aynı şekildeydi. Akşam geç saatlerde eve geliyor, yemek yiyor ve yatıyordu. Tabii sık sık söylediği kalp kırıcı sözleri de unutmamak gerek...

Sevgili ArkadaşımHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin