1903 yılında bir zamanların güneş batmayan imparatorluğu olan İngiltere’nin Hindistan sömürgesinde dünyaya gelir, Eric Arthur Blair.Namıdiğer dört isim arasında seçtiği mahlasıyla dünyanın tanıdığı modern klasiklerin sahibi George Orwell.
Yaşanmışlıkları ve deneyimleriyle sayısız makale ve deneme yazan, yayımladığı eserleriyle tabir yerindeyse tırnaklarıyla kazıyıp inşa ederek oluşturduğu isminin hakkını veren kendisine has bir insan.
Küçük yaşlarından itibaren yeri geldiğinde ülkenin kalburüstü zengin çocuklarıyla aynı kolejde okuyan yeri geldiğinde henüz yirmili yaşlarında iken 200 bin kadar insanın güvenliğinden sorumlu polis teşkilatının bir neferi olarak çalışan, hayranı olduğu Jack London’dan ölümüne etkilendiği fakirlik ve sefaletin kendisini çeken berduşluk ve mücadele kokan Londra ve Paris’in arka sokaklarında ki yaşanmışlıklarını ve nihayet inandığı sosyalizmin ruhuna intisapla İspanya iç Savaşında cephede yer alarak ölümcül deneyimleri kalemine mürekkep yaparak yazan bir yazar.
Haziran ayında doğan ve klasik yengeç burcunun karakteristik özelliklerini taşıyan Orwell içine kapanık, gizemli, sürekli değişkenlik gösteren duygularının adını koyma hususunda çelişkileri olan, depresyona yatkın bir ruh halini belirgin şekilde yüzünde aksettiren, kendisine acımak noktasında ustalaşan, tartışmamak adına duygu ve düşüncelerini bastırıp sineye çeken, kurtuluş ümidi olarak nitelendirdiği birisine bağlanmaya yatkın ve nihayet tüm o acı çeken insanlara karşı acımak hissiyatının ruhundaki aksini aynısıyla romanlarında oluşturduğu başkarakterlere yansıtan bir tutum takınır.
Zor ve bir hayli çalkantılı geçen yaşam serüveninden miras olarak kalan bir türlü yakasını bırakmadığı tüberküloz (verem) hastalığı neticesinde 21 Ocak 1950 yılında henüz 47 yaşında iken hayata gözlerini yumar.
1945 yılında basılan eleştirel edebiyatın en iyi örneklerinden gösterilen Hayvan Çiftliği ve ‘49 yılında ölümünden henüz 4 ay önce kitapçı vitrinlerinde yer alan distopik eseri 1984’ün gölgesinde kalan 1934 basımı Burma Günleri kesinlikle okunmayı hak eden bir roman.
Yazıldığı dönem itibariyle büyük bir cesaret örneği sergileyerek yarı otobiyografik bir şekilde kaleme aldığı eseri sert ve keskin eleştirilerinden ötürü ilk etapta ülkesi İngiltere’de basılamaz. Hatta sömürge sınırları içeresinde kitabı okuyanlar hakkında cezaî işlemler dâhi uygulanır.O kadar ki yazarın birinci romanı olarak yazdığı ve ilk olarak ABD’de basılan eserinin ülkesinde yayımlanması için bir müddet geçmesi gerekmektedir.
Şekli değişik tadı farklı ve fakat bir müddet sonra damakta bıraktığı tatla birlikte kendisine meftun olunan tropikal meyveler misali bir serencamla ilerler kitap.
Olay örgüsü özünde dört ana karakter etrafında şekillenir. İlkin U Po Kyin adında ki yozlaşmış değerleri kendisine kılavuz belleyen, ahlaksızlığı erdemin yerine koyan, acımasız ve bir o kadar da sinsi entrikalarla bırakın rakiplerini yeri geldiğinde arkadaşlarını dahi harcamaktan kaçınmayan yerel bir kamu yöneticisi profili olarak resmedilir. Hayal gücünden nasibi olmayan fakat çalışkanlığıyla namdar memurlarıyla çıkarları doğrultusunda dilediği hizmetleri rahatlıkla yerine getirtir. Yazarın, “..kurnaz olmakla birlikte, barbarca işleyen bir beyni vardı.” diyerek tanımladığı U Po Kyin, İngiliz sahiplerinin gözünde “thakinlerle”/beyaz efendilerle eşdeğer bir konuma ulaşmak için hırsızlıkla başladığı kariyerine sahte bir isyan çıkartıp kan dökmek pahasına büyük bir nobranlıkla devam eder. Yazar böylece emperyalizmin amiral gemisi statüsündeki İngiltere’nin kurduğu sömürü sistemiyle beraber kendisine yaranmak için, icabında yerel halkın yöneticileri marifetiyle halkına zulmeden bir sistem çarkının ne şekilde işlediğini tüm çıplaklığıyla okuyucuya sunar.
Öte yandan Stockholm sendromunun ilginç bir örneği olarak “efendi beyaz adama” neredeyse tapan bir bağlılıkla hizmet eden Doktor Veraswami'nin kendisini, halkını ve kültürünü küçük görüp aşağılamasındaki düşünme stili ve duygu izdüşümü okuyanı hayrete salan bir seyir izler. Yıllarca hor görülen, hakkı yenen, sömürülen halkların ezilmişliklerini bir zaman sonra salt kendi kusurlarına bağlayan anlayışın garabeti doktor nezdinde aleni bir şekilde gösterilir.
Ekvatoral iklimin okurken bile insanı nemden ve sıcaktan yapış yapış olmasına sebep olan havasına eşdeğer sıkıcı rutinleriyle Burma’daki hayata ve birbirlerine ancak kadeh kadeh içkiyle tahammül edebilen kulüp müdavimi bir avuç Avrupalının hayatına hiç beklenmedik şekilde girer Elizabeth. Kısa bir dönemde olsa zenginliğin tadını alan ve yine babasının beklenmedik ölümünden sonra beyhude bir çabayla tekrar eski yaşam standartlarına ulaşmak isteyen genç kadının dünyadaki tek beklentisi kendisini ölümüne nefret ettiği fakirlikten kurtaracak beyaz atlı bir prenstir.
Ve nihayet büyük oranda yazardan izler taşıyan zavallı Flory. Sevimli siyah renkli spanyel cinsi köpeği Floyla beraber kereste şirketleri için senelerdir Burma’da ikamet eden orta yaşlarında, yüzündeki doğum lekesinin varlığıyla çekingen, alıngan ve içten içe kırılganlığı en koyu tonunda yaşayan bir adam. Ne beraber olduğu cemiyeti gibi hisseden ne de arkadaşlarının en keskin kibir ve nefretle baktıkları yerel halkla bütünleşebilen aykırı düşünmekten kendini alıkoyamayan her şekilde arafta kalan ve yalnızlığın girdabında biçare sürüklenen, kendine acımaktan ve bir türlü bundan çıkış noktasında gerekli cesareti sergileyemeyen bir zavallı olarak gösterilir.
Elizabeth'in yengesinin de zorlamasıyla beraber düşünce iklimlerinde başka mevsimleri yaşayan bu iki insan acaba bir araya gelebilecek midir? Ayak oyunlarının, av sahnelerinin, isyanın, acının, kanın, öfkenin, geçmişteki hataların ve doğumda yüze vuran bedensel lekenin cesaretle, dostlukla ve gerçek aşkla sınandığı beklenmedik finaliyle okuyanda derin izler bırakan bu kitap çarpıcı bir mahiyet taşımaktadır.
Şimdilerin Myanmar olarak bilinen Hindistan’ın bir eyaleti konumunda olan Burma’daki yerel dili akıcı bir şekilde konuşacak kadar oraya özgü dünyaya hakim olan yazar, elinde video kamera varmışçasına ayrıntıya kaçan tasvirleri, yöreye özgü; tanıdık gelmeyen betimlemeleri ve ağır ilerleyen olay örgüsüyle ilk etapta okuyucuya yorucu bir okuma deneyimi sunar. Fakat ustaca geliştirdiği, nakış nakış işlediği, gerçekçi bir üslupla ete kemiğe büründürdüğü karakterlerin yerli yerince monologları, ikircikli davranışları, içsel gelgitleriyle beraber duygusal dışa vurumlarındaki etkin başarısı gerilimin dozajında ve kademeli bir ivmeyle yükselmesi her geçen sayfayla birlikte okuyanın sıcak Burma günlerindeki bir sinek misali kitaba yapışıp kalmasına sebep oluyor.