aşk uykusu

1.4K 13 3
                                    

“Aşk dediğin yalansız olmalıydı… Gün gibi açık, dürüst ve onurlu yaşanmalıydı. Bunu bana sen öğretmiştin. ‘Kalbinde benim kadar sevdiğin biri olursa, o kalp artık bana ait değildir’ demiştin…

Ben senden fazla hiç kimseyi sevmedim. Bütün kâinat şahidim olsun ki, sensiz doğacak bir güneşi bile kabullenmedim. Seni sevip sana âşık olmayacaksam eğer, dünyaya yeniden gelmeyi de istemem…

Peki ya senin kalbin hâlâ bana ait mi sevgilim? Benim kadar sevdiğin başka biri var mı aramızda?”

Şüphe bir kez içine girdi mi insanın, temizlenene kadar korkunç bir mücadele başlar. Hele şüphelenen bir kadınsa bu mücadele bir süre sonra savaşa dönüşür. Ve kadınların kendi içinde verdikleri çetin duygu savaşında her zaman ‘karanlık taraf’ kazanır. Mehmet Coşkundeniz yaşanmış gerçek bir hikâyeden yola çıkarak yazdığı ilk romanında kadınların ‘karanlık taraf’ına yolculuğa çıkıyor.

“Mehmet coşkun deniz ilk defa gerçek hayattan alınmış bir romanla okuyucularıyla buluşuyor!”

***

Aşk Ölüme Yatmaktır Biraz da…

Gece kalırı bir perde gibi yayılmıştı üzerlerine… Akşam bo­yunca yemek masasının üzerinde yanan beyaz mumlar iyice erimiş, titrek ve cılız alevleriyle kendi çevrelerini bile aydınlatamaz olmuşlardı… Tülleri açık pencerelerden içeriye süzülen sokak ışıkları da olmasa, neredeyse göz gözü görmeyecekti.

Yerde yüzükoyun yatan genç adam; yanına devrilmiş kadife sandalyenin ayakları dibinde hareketsiz halde, boylu boyunca uzanıyordu.

Simli bembeyaz örtüler, gül kabartmalı kumaş peçeteler, pi­rinç şamdanların üzerinde yaldızlı beyaz mumlar ve sedef inci­lerle bezeli bu sofranın, romantik bir gece için özenle ihtimam­la hazırlandığı belliydi. Yemekler kusursuz, servis incelikli, ağır bir sis gibi odayı dolduran müzikse gayet yumuşak ve hafifti…

Ayağındaki parlak kırmızı, ince topuklu ayakkabıları hızlıca çıkaran genç kadın, küçük ama seri adımlarla uçarcasına ha­lının üzerinde yürüdü… Yerde kımıldamadan yatan genç ada­mın başucundan dolanarak duvar dibindeki raflı dolabın başına kadar geldi. İçerdeki kasvetli havayı yıkayan piyano sonatını kapattığında bütün karanlık; kuşkuya boğuldu. Yine aynı seri ve uçucu adımlarla geri dönen bu uzun ama zarif ayaklar; yer­de yatan adamın yanına gelince durdu. Genç kadın; dizlerinin üzerinde yavaşça yere çöküp adamın üzerine doğru eğildi: “Serkan! Serkan… Beni duyuyor musun!”

Genç adam yerde hareketsizce, sanki cansız gibi, hiç soluk almadan öylece yatmaya devam ediyordu. Küçücük bir yaşam belirtisi bile yoktu üzerinde. Başını, adamın sırtına yaslayan genç kadın, bu halde hiçbir şekilde kalp atışlarını işitemiyordu. Serkan galiba artık nefes almıyordu.

Birdenbire yüreğini derin bir telaş ve korku bulutu sardı. Hissettiği büyük endişe; genç kadının titremeye başlayan elle­rine ve soğuk terle yıkanan bedenine sirayet etmişti. Ne yapa­cağını bilmiyor gibiydi… Eli ayağına dolaştı. Belli ki bu durumu hiç hesaplamamıştı. Bir şeyler yolunda gitmemişti…

Serkan’ın sol omuzunu iki eliyle birlikte kavradığı gibi sertçe çekerek, onu tek hamlede sırt üstü yatırmayı başardı. Genç ada­mın gözleri kapalı, ağzı yarı açık, dili dışarı sarkmaya hazır, gök mavisi gömleğinin düğmeleri neredeyse boğazına kadar ilikliydi.

Endişeli kadın sükûnetini korumaya çalışarak, sert ve derin­ce yutkunduktan sonra, gömleğin düğmelerini açmaya başladı. Elini adamın geniş göğsünde, boynunda ve yanaklarında gezdi­rerek bedenindeki sıcaklığı duymaya çalıştı. Yüzünü Serkan’ın yüzüne iyice yaklaştırdıysa da, tek bir anlık bile olsa hiçbir ne­fes belirtisi alamadığını fark etti.

aşk uykusuHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin