Bu eve ilk taşındığımızda dizayn ettiğimiz bir köşe vardı. Belki de yaşadığım evin en sevdiğim yanı bu köşeydi. Cam kenarına yerleştirdiğimiz, oturunca pamuklara sarılmış kadar rahat hissettiren, tekli mor bir koltuk. Bir kaç adım ilerisinde orta boyutta ahşap bir kitaplık. Kitaplığın içinde ise her medeniyeti ayrıntıları ile günümüze taşıyan, insanın nasıl davranırsa gerçek bir insan olacağını anlatan, gerçek aşkı betimleyen, bilimden bin bir türlü şey içeren, edebiyatı sonbahar tadında sarı sayfalara kaleme almış onlarca kitap. Bu paha biçilmez hazineyi biraz süslemek için kitaplığın kenarlarına konulmuş iki porselen kuş figürü. Bir tanesi siyah bir tanesi de beyaz.
Bazen kendimi bu dünyadan soyutlayıp kitaplara yoğunlaşıyorum. Yazarların zihniyetleri ile kendimi geliştirmeyi, onların düşüncelerine erişmeye çalışmayı seviyorum. Okuyorum saatlerce, katiyen sıkılmadan. O huzuru tadıyor ruhum, ellerim kitap sayfalarına değdikçe , gözlerim yeni kelimeler gördükçe. Eski zamanda gerçekten yaşanan olayları en değerli yazarlarımızdan okumak beni inanılmaz bir heyecana sürüklüyor. Düşünüyorum da; ne kötülük var denilebilir, ne de kötülük yok denilebilir. Yani şunu demek istiyorum eski zamanda da kötülük var ama bizim zamanımıza kıyasla yapılan o kötülükler, kötülük değil. En azından o zamanda insanlar vicdanını kategorize edebiliyor. En azından neyin yanlış neyin doğru olduğunu bilen insanlar yaptıkları kötülüklerden mütevellit pişmanlık duygusunu tadıyor. Bizim zamanımızda insaf yok, baskı var, utanmak yok, utandırmak var, özür dilemek yok, şiddet var.
Evimde kitapların olması gururumu okşuyor adeta. Kalemini örnek aldığım yazarların eserlerini görmek öyle bir duygu ki. Nazım Hikmet, Cengiz Aytmatov, Mehmet Akif Ersoy, Necati Cumalı, Halide Edip Adıvar...
Şimdi siz diyeceksiniz ki: Birçe bu kadar ilim irfan sahibi bir kız mıydı lan? Yani her ne kadar dengesiz bir insan olsam da kitap okumak çok ayrı bir şey benim için. Edebiyat yapmayı bırakıyorum tamam.
Oturduğum mor koltuktan dışarıyı seyrediyordum. Sürekli değişen hava geçişleri yüzünden bazen üşüyor, bazen pişiyordum. İzmir bu sene çok değişik bir hava durumu yaşıyor ve bu benim sürekli grip olmama ve burnumun şelale gibi akmasına sebep oluyordu. Dışarısı yağmurlu ve sisliydi. Bulutların arasından sızan güneş ışığı sisin arasında kırılıyordu. Sis yağmura göre daha az yoğun olduğu için yağan ilkbahar yağmurunun ağaçları ve çiçekleri ıslattığını görebilmek mümkündü. Birkaç gün önce beyaz elbiseler, şortlar ile gezen ben bugün üzerinde 'kaka' emojisi olan pamuklu pijamamı giymiştim. Üstüme aldığım kalın polar ile de üşüme oranımı azaltmaya çalışıyordum. Aslında böyle yağmurlu ve serin havaları severdim ama akşam bulutlar dağılıp yıldızlar ile görüşmemi engellemeyecekse.
Düşündüğümü söylemiştim evet. Böyle herkes kendi halinde olduğu zamanlarda bu köşeye çekilip kitap okumayı yada kafamı kurcalayan olayları analiz etmeyi seviyordum. Odasından koşarak çıkıp yanıma gelen ve elindeki iki elbiseden hangisini giyeceğini soran Aslı olmadığında, zulasından çıkardığı fıstıklı ve çilek dolgulu çikolatalardan hangisini yiyeceğini soran daha sonra benim cevabımı umursamayıp ikisini de yiyen Sude olmadığında, bugün çözeceği testlerin hangi derslerden kaçar soru olacağını soran Esin olmadığında, yanaklarımı mıncırıp akşama ne yemek istediğimi soran babaannem olmadığında rahat düşünebiliyordum. Kitap okumadığıma göre demek ki bir konu hakkında düşünüyorumdur. Kızlar okulda ve babaannem de salonda örgü ile uğraştığı için konunun içine bodoslama dalabilirdim. Dalıyorum. Fikret yardıma gel beraber dalacağız.
"Geldim anam!"
Hoş geldin, sefalar getirdin anam. Fikret anam ne demek ya?
"Ay bir an içime Seda Sayan kaçtı kusura bakma anam."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GÖKYÜZÜM
Novela JuvenilZira sen benim gökyüzümdeki tek bulutsun... Insanlar değişir mi ? Geçmiş zamanlarda yaşadıkları travmaları atlatıp yeni bir hayata başlayabilirler mi ? Bir kişide kaybettikleri güveni yeni bir kişide sonsuza dek saklayabilirler mi? Neden olmasın ki...