one shot yazma konusunda hiç ama hiiiiç iyi değilim ama içimden geldi... iyi okumalar!Bir gün, annem odama girip beni bilgisayarda oyun oynarken yakaladığından dolayı bağırmaya başladığında (sanırım ona sınavdan düşük not aldığımı söyledikten hemen sonra o ekranın başına geçmek pek de zekice değildi), henüz on yaşındaydım. Daha tam olarak hayatın ciddiyetini kavramış değildim, en büyük problemlerim ödev yapmaktı ve oyun oynayamamaktı. Bir de köpek istiyordum. Kocaman, yumuşak tüyleri olan bir şey. Böylece ona sıkıca sarılabilirdim ve belki birlikte uyurduk.
"Git ve biraz dışarıdaki çocuklara takıl."
Pek de memnun olmayan bir şekilde başımı salladım, iki çift laf ettiğim insanlar elbette vardı ama genel olarak yalnız takılmayı severdim. Park Jimin öyle değildi mesela. Yalnız kalmaktan nefret ederdi, kendi sınırlarının dışındaki insanlar onun için tehlikeliydi, o sınırların içerisinde de çok fazla arkadaşı vardı ve geriye kalan kimseyi oraya dahil etmeye de gerek duymazdı. Dediğim gibi, arkadaşı olarak görmediği herkes onun burun kıvırmasına, çoğu zaman da çileden çıkmasına neden oluyordu ve ben, kesinlikle, onun aptal çocuk aklıyla çizdiği çizgilerin dışında kalanlardandım. Gerçekten herhangi bir tehlile arz edebilir miydim? O zamanlar hayır. Fakat daha sonraları onun merkezi çekirdeğine izinsiz bir şekilde pat diye damlarken pek de masum olmadığım doğruydu. Eh, yine de bunun sadece onu zorlamadığı su götürmez bir gerçekti açıkçası. Çünkü daha ilk karşılaşmamızda bana kafa atan tombul yanaklı, minik elleri olan kömür karası saçlı çocuğun devamında daha da çirkinleşeceğini bile bile inat etmiştim. Ha şey, hayatın ciddiyetini kavradığım ilk an da buydu. Tam olarak burnumdan oluk oluk kan akarken, gözlerim bir çeşme tasvirine uygun hale gelmişken kesinlikle ödevlerden, sınavlardan ve sevimli tüylü bir arkadaşımın olmayışından yakındığım zamanlardan daha büyük problemlemlerimin de (Park Jimin gibi) olabileceğini çok net bir şekilde anlamıştım.
Annemi daha fazla kızdırmamak için apartmandan çıkmıştım, sitenin baksetbol sahasında oynayan çocukların yanına yürüyordum. Başta, binanın önündeki merdivenlere oturup kendi kendime takılmayı düşünmüştüm, bin defa okuduğum çizgi romanlarımdan birini de yanıma almıştım. Eğer sıkılırsam diye yedek bir planım daha vardı; bu yüzden bisikletimin kilidinin anahtarı da yanımdaydı ancak bunların hiçbiri gerçekleşemedi çünkü babamla annemin balkona beni izlemek için oturduklarını fark ettim. Bunun nedenini onlara sorsam muhtemelen çay saatini orada geçirmek istediklerini söylerlerdi ama hayır, küçük oğullarının nihayet insan içine kaynadığını gururlu ve sulu gözlerle izlemek için oturduklarını biliyordum. Fakat ben onlara gerçek bir ağlama nedeni verdim, tabii bu sadece onları değil, beni de fena ağlatmıştı, o ayrı.
Olay şöyle gerçekleşmişti:
Elimde tuttuğum çizgi roman dergisini silindir şekline getirip sahanın içine girmiştim. Altı kişilerdi, oyuna kendilerini fazla kaptırdıklarından beni fark etmeleri biraz zaman almıştı. İlk fark eden Namjoon hyung oldu. Bir onu tanıyordum, bir de asla onun peşinden ayrılmayan Hoseok hyung ve Jungkook ikilisini. Kendileri bir çeşit kabadayılardı (?) gözümde, sitedeki hiçbir çocuğun burada oynamasına izin vermezlerdi ve sürekli gürültü yaparak çevredeki insanları rahatsız ediyorlardı. Hayır, pek de ciddiye almıyordum. Jungkook biberonla gezecek yaştaydı, Hoseok'un başına taktığı şapkadan renkli pon ponlar sarkıyordu, Namjoon'un annesini de geçenlerde ona Spider Man kostümü alırken görmüştüm. Satıcıya oğlunda bu kahramanın pelüş oyuncağı olduğunu, ona sarılmadan uyuyamadığını söylemişti. Diğerlerinin isimlerini bilmiyordum ama biri sadece kendisinin güldüğü espriler yapıyordu, diğer ikisi de çok kısaydı. Gerçekten. Biraz da sevimli duruyorlardı. Özellikle de tombul yanaklı, huysuz çocuk basketbol topunu göğsünde tutarken topu kavrayan sosisimsi parmakları aralanmıştı, aynı yanakları gibiydi ve insanın ısırası geliyordu görünce. Şahsen benim gelmişti.