“Almina!”
Masalsı bir hayatım yoktu, ben de herkes gibi gözlerimi güneş huzmelerinin süzüldüğü ve mutlu bir hayata gözlerimi açmak isterdim ama olabileceğin en iyisini yaşıyordum, Melda teyzem bir kez daha bağırıp hemen kalkmazsam bir kova buzlu suyu başımdan aşağı boca edeceğiyle ilgili tehditler savururken suratımı buruşturdum. Bir kova buzlu su, onun bağıran sesine yeğ edeceğim bir seçenek olurdu doğrusu.
Ayaklarımı sürüyerek merdivenleri indiğimde iki katlı, minicik evimizin mutfağından mis gibi kokular yükseliyordu. İştahım uykumu koca bir balyoz etkisiyle kırarken acıktığımı hissettim. Pazar günlerinin tek eğlenceli kısmı bu oluyordu, biliyor musunuz?
“Uuu, bebeğim.” Yılışık bir şekilde Melda teyzeme ilerleyip yanağına koca bir öpücük bıraktım. İstediğimiz kadar kavga edelim, Pazar sabahları her şey silinir ve biz sıfırdan başlardık. Pazar günleri bizim sayacı sıfırlama günümüz gibi bir şeydi, kahvaltı onun için günün en önemli öğünüydü ve asla atlamazdı, haliyle bu despotluğa ben de alışmıştım.
Tabaktaki salatalıktan bir tane ağzıma attığımda kızmaya çalıştı ama gülümsediğini görebiliyordum, Melda teyzemin bir lafı vardı… neydi o? Hah, gözler yalan söylemez!
Kahvaltı sofrasına oturduğumda kazınmış mideme bir şeyler yollama umuduyla çatalımı kahvaltılığa geçirdim ama bu esnada benim de elime bir çatal geçirilmişti.
“Ah!” Melda teyzemin elime batan çatalına kaşlarımı çattım. “Elinizi yüzünüzü yıkamamışsınız küçük hanım.” Yapmacık ve tehdit dolu gülümsemesi suratımı asıp huysuz bir çocuk gibi ayaklarımı sürüyerek ilerlediğimde “Ben istediğimi yaptırırım” gülümseyişine dönüşmüştü. Bu iki gülümseme, ölümüne kapışırdı!
Soğuk suyla yüzümü yıkamak bana hep çok cazip gelmiştir, hele ki Antalya sıcağındaysak. Tabii dirseklerime süzülmesi ayrı bir boyuttu ama olsundu. Su serinletici ve şifa vericiydi. Aynadaki görüntüme baktığımda dağılmış bir topuz, askılı bol bir tişört ve pijama altlarıyla sevimli bir genç kıza benzediğimi düşündüm.
Turkuaz mavisi gözler, yumuşak yüz hatları, beyaz bir ten ve sarışın saçlar. Seksi geliyordu değil mi? Ama değildim işte. Hani bazı kızlar vardır, sarışın ya da mavi gözlü değildir, ama etrafında öyle bir aura döner ki bu sizi içine çeker. Hıh işte, kahretsin ki ben onlardan hiç olamadım.
Bunun giyimle de pek bir ilgisi yoktu, geçen yaz dolabıma müdahale eden Melda teyzemin seçtiklerine rağmen sevdiğim çocuğun katıldığı yarışta, “Bana şans dile ufaklık.” Sözünü işitmiştim.
Koridordan mutfağa ulaştığım esnada Melda teyzem elindeki gazeteyi okuyordu. Oturup bol şekerli açık çayımdan bir yudum aldığımda beynim şuursuzluğunu zilyonuncu kez tartıyordu.
Ben de her genç kız gibi sevdiği erkeğin farkında olmak istemiştim ve inanın, o fazla koymaya korktukları bez parçalarını giyerek seksi olmuyordunuz. Suratımı buruşturdum,ah, lanet olsun. Bir sürtük gibi giyinip o yarışa gitmiştim ve kimse farkımda da olmamıştı.
“Ne oldu?” suratımın aldığı hali tahmin eden Melda’ya baktım, evet aramızda pek yaş farkı yoktu ve ona bazen Melda derdim, çocukluktan kalma bir alışkanlık işte.
“Hiç,” dedim geçiştirerek. “Bu gün ne yapıyorsun?” sorusuyla çarklarımı karıştırdım, fazlasıyla unutkan biriydim. Kübra’ya söz vermiş ve plan yapmış olabilirdik ve bunu hatırlamıyor olabilirdim. İşten bile sayılmazdı.
“Sanırım yok,” dedim dudaklarımı büzerek. Gerçekten balık hafızalıydım. “Senin var mı?”
Dolgun pembe dudakları samimi bir gülümseyişle kıvrılırken, “İstediğim tek şey Pazar günlerinin tek iyi yanının keyfini çıkartmak.” Dedi. Kahvaltıdan söz ettiğini anlamıştım, tıp okuyan bir teyzem vardı ve evet, hala okuyordu. Ah, kesinlikle bu alanı tercih etmeyecektim, çok yoğun bir tempo ve dayanıklı bir kalp gerekiyordu. Ben asla öyle cesur olamazdım.
İnsanlara iğne yapmak ya da ameliyata sokmaktan bahsetmiyordum, tanrı aşkına onca sene öğrenci olmak da neydi? Elbette doktor olmak o senelerin tamamını kapsamıyordu, belli bir senede sonra doktor oluyordunuz ama cerrahlığı isteyen teyzem için aynı şey geçerli değildi, o fazla azimli ve hırslıydı işte. Bilirsiniz, o bunca seneyi çöpe atmak gibi görmüyordu. Benim aksime.
Düşüncelerimi kapının klişe kuş sesi doldurduğunda “Ben bakarım.” Dedim ve yerimden fırladım. Kapıyı açtığımda mavi önlüğüyle kurye imzamı istedi ve ince uzun zarfı parmaklarıma bıraktığında Melda Teyzemin sesi duyuldu, “Kimmiş?”
“Kurye.” Sesim kısıktı, zarfı incelemekle meşguldüm. Üstündeki yazıları okuyorken teyzem bir kez daha dahil oldu. “O nedir?”
Ciğerlerime çektiğim havayı geri bırakırken içimde çöreklenen sıkıntıyı def etmeye çalıştım. Açıklamakla kendimi daha fazla üzmek istemeyerek zarfı direk teyzeme uzattım. Bu bir balo davetiyesiydi.
Bakışları beni bulurken, “Gidecek misin?” dedi. Lanet olsun ki bilmiyordum, Atahan ve Pınar’ın aşık hallerini görmek zaten incinen gururuma yeni bir incinmişlik katmak dışında ne işe yarayacaktı ki?
“Bilmiyorum.” Dedim ağrılar giren başımı ovarken. Sıcak eli elimin üzerindeki yerini aldığında gülümsedi, “Güçlüsün…” cümlesini onun yerine tamamladım:
“…öyle olmak zorundasın.”
Elimi sıktı ve gülümsedi.
Bir elim vücut sıcaklığındaki kolyenin rakı beyazı renginde taşını bulurken, diğer elim Melda teyzemin elinin içindeydi. Onlar bana her zaman güç verirdi. Ben de ona gülümsedim.
Yazmam için benden desteğini hiç esirgemeyen Melda Teyzeme ve biriciğim Hatice'me teşekkür ederim, iyi ki yanımdasınız.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SON AŞK
Fanfiction“İlk aşkın olmama gerek yok,” diye fısıldadı dudaklarıma doğru.“Ben sonuncusu olmayı planlıyorum.” Ve yer bir sis bulutu gibi ayaklarımın altında sallandı. Kokusu ciğerlerime dolarken çıkmazlarımın sonunda olduğumun farkına vardım. Kural basitti, y...