39. Bölüm

3.9K 223 23
                                    

Güneş

"Seninle koca bir yılı paylaştığımıza inanabiliyor musun?" Ege'yle yatağında uzanırken birden ağzımdan dökülüverdi sözcükler. İçimden uzun zamandır çıkmak isteyen cümlelerin arasından bunlar çıkıvermişti. Düşününce, okulu tanıdığım tek bir yılda yaşayabileceğim bütün enteresan ve heyecanlı olayları yaşamıştım. Son zamanlarda tek bir şeye odaklanıp aslında yaşadığım hayatı bile unutmuştum.  Arkadaşlarımı, yaşayan ve yaşamayan ailemin başıma çöken dertleri... Her şey bu kadar zor olmak zorunda mıydı? 

"Tam olarak bir yıl değil aslında. Hım... On ay olmuş." Vay canına. Tüm olanlar on ay içerisinde mi olmuştu yani. Ben birine hayatım diyebilecek kadar âşık olmuş, uyuşturucu, alkol, sigara ne varsa kullanmış, gerçekten güvendiğim bir dost edinmiştim. Her şey sanki yıllarca süren bir hikâye gibi ama sadece on ay? Bu kadar kısa bir sürede bunları yaşamak insanı düşününce içinden çıkılmaz bir duruma sürüklüyor. Ben her şeyin zaman gerektirdiğine inanırdım. Birine âşık olmak için aylar yetmezdi. Mesela evlenmek için yıllarca beraber vakit geçirmen gerekirdi. Ama ben biriyle birkaç ay içinde sevgili olmuştum. 

Kendimi ciddi bir şekilde o an sorgulamaya başladım. Bana neler oluyordu. Ya tüm bu duyguları benim için çok yeni diye mi böyle benimsemiştim. Ya gerçek değillerse? Ya birkaç ay içerisinde bıkarsam her şeyden? Bunu nasıl göze alabilirdim ki? 

Ben farkında olmadan kaşlarım çatılmıştı ve sessizleşmiştim. Ege durumumun farkına varmada gecikmedi. 

"Hey, iyi misin?" Bu soruyu içimden tekrar ettim. Kendime iyi miyim diye sordum ama cevabım sessizlikti. Nasıl hissettiğimi bilmiyordum. Her şeyi boş vermiştim ve bir anda rafa kaldırdığım ağır ve tozlu kitaplar küçük bir el hareketiyle üstüme yığılmışlardı ve bu acıtıyordu. Hem bedenimi, hem de ruhumu. Yalnız kalmam gereken bir andaydım ve buna yalnız olmak derken Ege'nin de olmadığı bir yalnızlıktan bahsediyordum.

"Benim... Yalnız kalmam gerek. Birkaç gün görüşmesek olur mu Ege?" Ege birden doğruldu. Kaşları havaya kalktıktan sonra aynı hızla aşağı indiler ve gözlerindeki korku parıltılarını fark ettim. "İlişkimizle bir alakası yok. Sadece düşünmem gereken şeyler var." Dediğim onu biraz olsun rahatlatsa da korku ve kuşkunun derin izleri hala gözlerinde yerini korkuyordu. 

Yataktan kalkıp üstüme hırkamı geçirdim ve çantamı alıp Ege'nin alnına bir öpücük bırakıp veda ettim ve evden çıktım. Etrafıma şöyle bir baktım. Ege'nin evinin önündeydim. Aklıma ilk gelen anı benim saçma tiplerim sonrası ona zorla kahvaltı teklif ettirmem olmuştu. İstemsizce gülümsedim. On ayda on yaş yaşlanmış gibi hissediyordum kendimi. Okulun ilk günü kendini beğenmiş Güneş Karaman şimdi o günlerine tebessümle bakıyordu.

Yatağında beraber geçirdiğimiz vakitleri düşündüm. Bana sarıldığı zamanları... Her şey yeniydi, aşk yeniydi, duygular yeniydi.

Garip bir şekilde içimde her şeyi bırakıp gitme arzusu vardı. Ege'yi bile unutmak! Lise bitmişti. Başlamadan bitmişti hem de. Hayatımda en çok okulu, arkadaşları, ders işlemeyi merak etmiştim ve elime de en güzel yıl düşmüştü. Ben bu yılı bela neredeyse oraya giderek geçirdim. Yaptığım yanlıştı. Amcama saldırdım. Psikopata dönüştüm. Hepsi çok istediğim okul hayatını yaşamak için. Evet, başta karşı çıkmıştım ama beni nelerin beklediğinden haberim yoktu.

Beni en üzen yanıysa, bütün güzel anılarıma rağmen o güne geri dönebilseydim eğer, okula gitmeyi kesin bir şekilde reddederdim. Şuan mutsuz muyum? Hayır. Ailemin o çok merak ettiğim sırrını bile öğrenmiştim ama tüm bunları yaşamasaydım daha mı mutlu olurdum? Bu sorunun cevabını veremiyorum işte.

 Belki bencillik ediyorum ama karmakarışık bir haldeyim. Gerçek hayata dönmem gerektiğini fark ettim. Okul bitmişti. Ben okula gitmemiştim bile. Belki birkaç ay sadece... Üniversite bekliyordu beni. Ne olacaktı üniversitede? Hangi üniversiteye nasıl girebilecektim? Ah, tabi! Amcam sayesinde her üniversiteye girebilirdim. Çünkü zengindik, istediğimiz ayağımızın altındaydı. Para boldu. Her şey bu kadar kolay olmak zorunda mı? Şuan istesem her şeyden sıyrılıp farklı bir ülkeye taşınabilme fikri beni deli ediyordu. Ben böyle bir hayat istemiyordum ki! Bir şeyleri kendi kendime elde etmek, bundan haz duymak istiyordum. 

Uyuşturucu meselesine gelince, bundan kurtulabilmenin yolları olduğunu duydum. Topluluklar halinde yapılan bir nevi iyileştirme merkezi gibi. Onlara katılıp sıyrılabilirdim sonuçta. Ne kadar zor olabilirdi ki? İstersen her şey olurmuş. Ben de uyuşturucudan kurtulmayı kalpten istiyordum. Normal bir hayata başlamayı da...

Ege'yle kahvaltı yaptığımız mekâna gittim. İçeriye ayağımı bastığım andan itibaren dünyanın atmosfer değişmiş gibiydi. Renkli, güzel kokan bu küçük mekân insanın içini açıyor ve mutluluk aşılıyordu. O gün oturduğumuz masada şimdi iki sevgili oturuyordu. Birbirlerine tabaklarından aldıkları bir çatal peyniri yedirirken çok şirin gözüküyorlardı. Erkek kızın önüne düşen saçı kulağının arkasına attı ve kızın bir sürü erkeği görünce ayaklar altına serebileceği gülümseyişi beni bile büyülemişti. Evet, olanlar keşke böyle olsaydı. Ama değildi. Çiftin sesi yavaşça kontrolden çıkıyor, diğer müşterilerin kafasını o yöne çevirmesine sebep oluyordu. Kızgın bir kavganın ortasındaydılar ve bulaşan her kesi gözleriyle eritecek gibilerdi. Sanırım, ayrılıyorlardı. Bizim masamızda üstelik. 

Bu bir işaret miydi diye düşündüm. Belki de evren o masaya oturan her çiftin ayrılmasını istiyordu. Belki evren yoluma devam etmemi istiyordu. Böylesi en iyisi olacaktı çünkü. Ege bensiz daha iyi olabilirdi. Tanışabileceği ve onu düzeltebileceği daha iyi bir kızı bulabilirdi. Benimle olduğunda ne olduğunu gördük. Aptal gibi davranıp, onu düzelteceğime kendimi batırdım ve ona bir gram yararım dokunmadı. Bencilin tekiydim ve Ege'nin hayatında yerim olmamalıydı. 

Ege

 "Benim... Yalnız kalmam gerek. Birkaç gün görüşmesek olur mu Ege?" Güneş'in sözleri tam her şey yolunda, endişe edeceğim bir şey yok dediğim anda beynimde patladı. "İlişkimizle bir alakası yok. Sadece düşünmem gereken şeyler var." Ağırlık biraz hafiflediyse de patlamanın verdiği hasarları hemen kapatmadı. Öyle ulu orta bir söz değildi çünkü her halinden belliydi. Endişe tüm vücuduma yayılırken kötü şeylerin olacağı korkusu da diğer yandan vurdu beni.

Neden mutlu olamıyorduk? Bunu hak etmeyecek ne yapmıştık ki? Kötü alışkanlıklarımın olması, hatalar yapmış olmam beni kötü biri mi yapıyordu? Öyleyse eğer büyük haksızlıktı bu. Kimse iyilik meleği gibi dolaşmıyor etrafta. Herkesin bir kusuru, ayıbı var. Peki, neden biz bunu en ağır şekilde üstleniyorduk? Sanki bütün insanların suçları hafifletilmiş, tüm ağırlıklar bize yüklenmişti. İnsanlık için çalışan köleler gibiydik. 

Zoraki bir gülümsemeyle yataktan kalktı ve ona bol gelen ama giymekten hiç vazgeçmediği hırkasını giydi ve çantasını baştan savma bir hareketle koluna taktı. Bana bakmaktan çekinir gibiydi. Hızlıca yanıma geldi ve alnıma bir öpücük kondurdu. Gözlerime bakmamaya devam ederken "Hoşça kal" diye fısıldadı ve kapıdan çıkışını izledim. Bilmiyordum, hoşça kalabilir miydim? İçim içimi yerken, "Ne düşünecekti ki?" veya "Birden böyle bir şey söyleyip ne düşünmeye gidiyor?" gibi sorular başımı döndürürken ben nasıl hoşça kalırdım?

Evren mi kader mi bilinmez, pekiyi bir son gözükmüyordu ikisi için. Sona yaklaşıyorlardı çünkü. Ayrılma vaktiydi. Herkesin bir yerlere göçeceği zaman gelip çatmıştı. Kimse düşünmemişti ne olacak bunun ilerisi diye, herkes rahattı. Ama gerçek dünya denen bir şey vardı ve kapılarını çalmıştı gençlerin.

Şimdi, bu zorlu düşünme sürecinde, kim ne kararı verecekti? Kader ne istiyordu? Ölene dek birliktelik mi, yoksa çok geçmeden üzücü bir ayrılık mı? 

Belki de hiçbiri olurdu. Hiçbir şey olurdu. Neden olmasın? 

Ay Tozu ◐Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin