Harry, Londra'nın en nezih semtlerinden birindeki beş katlı apartman dairesine geldiğimizde oldukça keyifli görünüyordu. Benim tüm gerginliğimin aksine yüzünde hınzır bir gülümseme vardı. Yol boyunca benimle sohbet etmeye çalışmıştı, hem de bütün o tek kelimelik ya da 'hı-hım' şeklinde verdiğim isteksiz cevaplarıma rağmen. Tükenmek bilmeyen çabası mı vardı yoksa sadece inadı istediğini ele geçirene kadar mıydı bilmiyordum. Ama takdire şayan olduğu kesindi.
Kapının kilidini çevirip içeriye girmem için kapıyı sonuna kadar açtı. Tahta kapı menteşeleriyle birlikte gıcırdayarak hafif kulak tırmalayıcı bir ses çıkarttığında ikimiz aynı anda yüzlerimizi buruşturduk. Bu zamana kadar belki de ortak olarak yaptığımız tek şeydi.
"Farkındayım, her seferinde yağlamam gerektiğini unutuyorum." dediğinde onu başımı sallayarak yanıtladım.
İçeriye bir adım attım. Daha yalnızca holdeydim ama Harry'nin erkeksi parfümünün kokusuyla birlikte kendine özgü olan kokusu anında burnumdan ciğerlerime doğru bir zehir gibi yol almaya başladı. Seslice genzimi temizleyip onun içeriye girmesini bekledim. Kapıyı kapattıktan sonra parlak yeşil gözlerini benim gözlerimle buluşturdu. Çarpık gülümsemesini takip eden gamzesi yanağındaki yerini edinirken, bana yürümem için elini kaldırarak işaret verdi.
"Şey gibi hissediyorum..."
"Yatağıma almak üzere olduğum kadınlardan biri gibi mi?"
İçimdekilerin aynısını bir anda Harry'den tüm gerçekliğiyle duymak şok etkisine kapılmama neden olmuştu fakat doğru olduğundan, gözlerimi kırpıştırarak ona baktım. Dudaklarımı birbirine bastırdığımda Harry gülümsedi.
"Rahatla diye söylüyorum, onları genelde kucağıma alarak içeriye girerim." oldukça umursamaz bir tavırla omuz silkti. "Bilirsin, bacakları benim belimin etrafında olur falan-"
"Bana gerçekten bunu anlatacak mısın?"
Güçlü bir kahkaha attı. Omuzlarını kaldırıp neredeyse çenesine değdirdiğinde, sanki az önce kurduğu cümle Harry'e ait değilmiş gibi hissettim. Bir anda çok tehlikeli görünmüşken diğer yandan da anında masum görünmüştü.
"Pekala." ellerini birleştirdi. "Sana kalacağın odayı göstereyim."
Benim yanımda yürümeye dikkat ederek dairesinde tur atmaya başladık. Sokak kapısının hemen karşısında banyosu vardı. Sağa dönerek holde biraz ilerlediğimizde yan tarafımızda kalacak şekilde mutfağı ortaya çıkıyordu. En sonunda dairenin sonlarına doğru adımladığımızda, büyük bir salon ve herhangi bir duvarla ayrılma gereksinimi duymadan dizayn ettiği yemek masası takımları duruyordu. Hemen yan yana da iki tane oda vardı, ki bunlar yatak odaları olmalıydı.
Salonu gerçekten çok genişti. Evi oldukça salaştı ve koyu renk ağırlıklı olarak döşenmişti. İlgimi çeken en büyük şey ise televizyonunun olmamasıydı. Bunun yerine kocaman bir kitaplığı vardı. Bir duvarı boydan boya kitaplarla doluydu, harika bir görüntü elde etmişti.
"Televizyonun yok mu gerçekten?"
"Televizyondan nefret ederim."
Dudaklarımı büzerek başımı salladım. "Özel bir sebebi var mı?"
Kanepesinin üzerindeki oldukça büyük, kalın örgülü battaniyesini iki kat katlayarak koltuğun sırtımızı yasladığımız kısmına bırakırken kemikli parmakları saçlarının arasından kaydı.
"Çok... saçma. Bilmiyorum, beynimi uyuşturuyormuş gibi geliyor."
"Oh..." böyle düşünüyor olması beni şaşırtmıştı. Yirmi iki yıllık hayatım boyunca ilk defa, birisinin televizyon hakkında bu kadar katı bir düşünceye sahip olduğuna şahit olmuştum. Bu biraz garip hissettirmişti. Fakat Harry'nin tamamen haksız olduğunu da söyleyemezdim. Bazen ben de birkaç saat boyunca televizyonu hiç kalkmadan seyrettiğim zamanlarda beynim, tüm uzuvlarımla birlikte uyuşmuş gibi hissediyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
From The Dining Table || styles
FanfictionBelki bir gün beni ararsın ve bana senin de üzgün olduğunu söylersin.