Ben gölgeyim. Acılar kentinden kaçarım. Sonsuz kederin içinden uçarım.
Arno Nehri kıyısında nefes nefese sürünüyorum... Via dei castellaniye doğru sola dönüyor, kuzeye yöneliyor, Uffizi'nin gölgelerinde koşturuyorum.
Hala peşimden geliyorlar.Şimdi, tukenmez bir kararlılıkla avlanırken ayak sesleri daha da yükseliyor.
Yıllarca peşimi bırakmadılar. Onların bu ısrarcılığı, yeraltında kalmama... arafta yaşamama... khthonik bir canavar gibi toprağın altında çabalamama sebep oldu.
Ben gölgeyim.
Burada, yerin üstünde, gözlerimi kuzeye dikiyor ama doğruca kurtuluşa giden yolu bulamıyorum... Çünkü Apennin dağları, şafağın ilk ışıklarını karartıyor.
Mazgal siperli kulesi ve tek kollu bir saati bulunan meydanı geçiyorum. Sabahın erken saatlerinde, nefesleri lampredotto ( Büyükbaş hayvanların işkembesinden yapılan bir Italyan yemeği) ve fırınlanmış zeytin kokan sokak satıcılarının arasından Piazza di San firenze'ye kıvrılıyorum. Bargello'ya gelmeden karşıya geçerek Badia Kulesine doğru batıya yöneliyor ve merdivenlerin dibinde ki demir kapıyla karşılaşıyorum.
Burada tüm tereddütler geride bırakılmalı.
Kapı kolunu çeviriyor ve dönüşü olmadığını bildiğim pasaja adımı mı atıyorum. Kurşun gibi ağır bacaklarımı dar merdivenlerden yukarı çıkmaya zorluyorum... Yıpranmış çukurlu Yumuşak mermer basamaklardan yukarı, gökyüzüne doğru dönerek çıkıyorum.
Sesler aşağıdan yankılanıyor. Arıyorlar.Durup dinlenmeden peşimdeler yaklaşıyorlar.
Neyin yaklaştığını da... onlara ne yaptığı mi anlamıyorlar!
Nankör dünya!Ben tırmanırken görüntüler belirginleşiyor... Şehvetli bedenler kızgın yağmurda kıvranıyor, açgözlü ruhlar dışkı içinde yüzüyor, hainler şeytanın buzlu ellerinde donuyor.
Son basamakları sendeleyerek çıkıp yukarıya vardığım da, sabahın nemli havasında neredeyse öleceğim. Başımın hizasında ki duvara doğru koşuyor, aralıklardan dışarı bakıyorum. Çok aşağılarda, beni sürgün edenlerden yaptığım kendi mâbedim, o kutsanmış şehir var.
Ardımdan yaklaşan sesler bağırıyor. "Senin yaptığın delilik!"
Delilik deliliği körükler."Tanrı aşkına" diye sesleniyorlar. "Nereye saklandığını bize söyle!"
Bende tam olarak tanrı aşkına söylemeyeceğim.Şimdi, sırtımı soğuk taşa vermiş, köşeye sıkıştırılmış öylece duruyorum. Bakışlarını yeşil gözlerime dikmişler; ifadeleri sertleşiyor, artık aldatıcı değil tehdit ediciler. "Biliyorsun kendi yöntemlerimiz var. Yerini söylemen için seni zorlaya biliriz."
Bende bu yüzden, cennete giden yolu yarıya kadar tırmandım.Sonra bir anda arkamı dönüp uzanıyor, yüksek çıkıntıya parmaklarımla tutunuyor, kendimi yukarı çekiyor, dizlerime dayanıyor ve ayağa kalkıyorum... Uçurumun başında dengesizce duruyorum... Boşlukta rehberim ol sevgili Vergilus.
Ayklarımdan yakalamak için şaşkınlık içinde ileri atılıyorlar ancak dengemi bozup beni düşürmekten de korkuyorlar. Şimdi çaresizlik içinde yalvarıyorlar ama arkamı döndüm. Yapmam gerekeni biliyorum.
Aşağılarda, baş döndürecek kadar aşağılardaki kırmızı tuğla çatılar bir alev denizi gibi yayılmış. Bir zamanlar devlerin gürlediği toprakları aydınlatıyor... Giotto, Donatello, Brunelleschi, Michelangelo, Botticelli.
Ayak parmaklarımı iyice kenara getiriyorum. "In aşağı!" Diye bağrıyorlar. "Henüz çok geç değil!"
Sizi cahiller! Geleceği görmüyor musunuz? Yaratımın ihtişamını anlamıyor musunuz? Peki ya gerekliliğini?Bu son fedakarlığı severek yapacağım... ve aradığınız şeyi bulma ümidinizi yok edeceğim. Asla zamanında bulamayacaksınız.
Parke taşlı meydan, onlarca metre aşağıdaki sessiz bir vaha gibi beni çağrıyor. Daha fazla zamana nasıl da ihtiyacım var... ama zaman, geniş servetimin bile alamayacağı bir şey.
Bu son saniyelerde meydana bakıyor ve beni şaşırtan bir manzarayla karşılaşıyorum.Yüzünü görüyorum.
Bana karanlığın içinden bakıyorsun. Gözlerin kederli ama başardığım şey sebebiyle bakışlarında bir saygı seziyorum. Başka seçeneğim olmadığını anlıyorsun. Insalık aşkına, başyapıtımı korumalıyım.
Şimdi bile büyüyor... bekliyor... yıldızları yansıtmayan lagünün kan kırmızısı sularının altında kaynıyor.Gözlerimi seninkilerden ayırıyor ve ufku seyre dalıyorum. Bu ağır yüklü dünyanın üstünde son kez yakarıyorum.
Sevgili tanrım, dünyanın beni günahkar bir canavar olarak değil, bir kurtarıcı olarak hatırlaması için dua ediyorum. Öyle olduğumu biliyorsun. Ardımda bıraktığım hediyeyi insanlığın anlaması için dua ediyorum.Hediyem, gelecektir.
Hediyem, kurtuluştur.
Hediyem, cehennemdir.Bundan sonra fısıltıyla amin diyerek... boşluğa son adımımı atıyorum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
CEHENNEM
Science FictionCEHENNEMIN KAPILARI ISTANBULA ACILIYOR Diz çök kutsal bilgeliğin yaldızlı mouseion'unda ve kulağını yere daya, dinle suyun şarıltısını. Batık sarayın derinliklerine in , orada kranlığın içinde bekler khthonik canavar kan kırmızısı sularına göm...