Çöl

794 56 23
                                    

Tek bölümlüktür.

*

Ölüm.

Kimi zaman korktuğum, kimi zaman saklandığım, kimi zaman yok sayıp görmezden geldiğim... kimi zamansa sığınağım, umudum, varoluş nedenim.

Ölüm, hayatımın farklı zamanlarında, farklı anlarda benim için birçok şey ifade etmiş bir kelimeydi. Dört harften oluşmuş bir kelime ne kadar ağır olabilirdi ki? En fazla ne ifade edebilirdi? Benim an defterimde birçok anlamı vardı bu kelimenin. İlk başta saydığım gibi. Her bir harfinin tuhaf hislerle örüp ruhuma üşümemesi için giydirmişim sanki. Ama daha çok üşütmüş ruhumu. Hastalanmış ruhum...

Ölüm, koskoca evrende küçücük bir nokta olarak varolmaya başladığımın on dokuzuncu senesinde benim için kaçışı temsil ediyordu. Kurtuluşu. Ama şu an üstüme sinen hastane kokusu ve bileklerimde hissettiğim ince sızı bana kurtulamadığımı söylüyordu. Beni kim kurtarmışsa muhtemelen bana iyilik ettiğini düşünüyordu. Gülerdim halim olsaydı bu düşünceye. Zaten ben kendime iyilik etmiştim. Hayatımda ilk defa kendimi düşünmüş ve intihar etmiştim. Bu düşünce yara bere içindeki ruhumu kaldığı hapishanenin soğuk duvarına yaslatıp ağlamaya itti. Buydu işte benim yaşamım. Ruhum hep kenara çekilir ağlardı. Yaslandığı soğuk duvar onu zamanla hasta etti. Üşütmesin diye ölümü giydirdiğim ruhum, hastalandı. Ama kimse farkında değildi. Bir şeyler sürekli ters gitti. Bir şeylere sürekli çaba sarfettim ama düzelmeyince onları düzeltmek yerine ben terse çevirdim yönümü. İnsanlar, anlamadı.

Farketmeden intihar filizlendi zihnimde. Büyüdü, büyüdü... sardı tüm düşüncelerimi. Artık yapmam gereken bir şey haline geldi. Savaşacak kadar güçlü değildim çünkü ben. Hayatla savaşmak yerine, ondan kaçacaktım. Çünkü bazı kalpler fazla hassas, bazı ruhlar fazla hastaydı. Ben onlardandım. Bu yüzden ölüme kahramanım gözüyle bakıp yaşamdan kaçtım. Önce umutlarım gitti. Sonra saçlarım. En son bileklerim. Şimdi anlıyorum ki intihar üç aşamalıydı.

Zihnimi öyle yorgun hissediyordum ki açılan kapının sesi bile rahatsız etti beni. Birkaç ayak sesi duyduktan sonra kenardaki sandalyeye birinin oturduğunu hissettim. Gözlerimi yavaşça aralanırken zifiri karanlığa alışmış gözlerimi ışık fazlaca rahatsız etti. Birkaç kırpıştan sonra gözlerim ışığı yok saymaya başladı. Kafamı hafif sağa çevirerek sandalyede oturan kişiye baktım. Kalın kaşlarının altındaki simsiyah gözlerinden yansımamı gördüğüm kadın simasını tanımıyordum. Kadın birkaç saniye gülümsedikten sonra yatağın yanındaki komodinin üzerindeki suyu dudaklarıma yöneltti. Fazlaca susamış olduğumdan itiraz etmedim ve bir elinin kafama destek olmasına izin verdim.

"Yatağını biraz yükseltmemi ister misin?" dedi neredeyse boş olan bardağı komodinin üzerine koyduktan sonra. Konuşmadan onayladım bunu da. Sesimi bulamıyordum sanki. Uzun zamandır konuşmuyor olmalıydım.

"Merhaba Çöl." dedi sandalyesiyle beni daha rahat görebileceği bir açıya geçerken. Ona sadece bakabildim. Muhtemelen gözlerim çökmüş, yüzüm yaşamın ağırlığı altında eziliyordu. Bana acıyor olmalıydı. Çünkü ben kendime oldukça acıyordum. Çünkü ruhumu hep acıyla yoğurdum. Çünkü hep yoruldum. Çünkü... acıyordum.

"Muhtemelen kim olduğumu merak ediyorsundur. İsmim Banu. Psikiyatristin olacağım." Dudaklarımda varlığını hissettiğini gülümsemem tamamen alay doluydu. Benim ailem neredeydi? Arkadaşlarım? Belki bir sevgili? 'Geçmiş olsun' mesajlarıyla dolu telefonum neredeydi? Çok uzak bir hayaldi, değil mi? Zaten eğer dünyada sevgiye dair ufak da olsa bir kırıntı bulabilseydim bu halde olmazdım.

"Buna gerek yok," diyebildim hışırtılı sesimle. "Teşekkür ederim."

"Anlatmaya ihtiyacın olduğunu görebiliyorum. Sana yardımcı olmak için burdayım Çöl."

YeisHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin