Medyada benim için hoş olan bir şarkı var. Ve bence bu One Shotun ruhuna da uyuyor. Tavsiye ederim, isterseniz dinleyin.
* * *
Bir şarkı dinliyorum. 'Yaşarken kendi mezarları başında ağlayanlar var.' diyor. Üzerime alınıyorum. (Souad Massi- Le Bien Et Le Mal)
Sevdiğim bir romandan bir cümle okuyorum. 'Çığlık atıyorum, ama kimse beni duymuyor.' Hak veriyorum. (Debie Maccomber)
Bir şiir çarpıyor gözüme tenha bir sokağın duvarına karalanmış. 'Ağlamak için gözden yaş mı akmalı? / Dudaklar gülerken insan ağlayamaz mı?' Ağlıyorum. (Victor Hugo)
Bir anı düşüyor zihnime. Annemin her hafta gittiği bir ev var. Beni de götürüyor çünkü evde tek kalamayacak kadar küçüğüm, bırakabileceği kimsemiz yok. Annem orada her zaman girdiği odaya giriyor. Beni her zaman oturttuğu yere oturtuyor ve yıllar sonra bile hala hatırlayacağım kadar çok söylediği cümleyi söylüyor gitmeden önce. 'Sakın kalkma buradan.' Ama o günlerden birinde annemi dinlemiyorum. Kalkıyorum ve girdiği odanın kapısında duruyorum. Merakıma yeni düşmüş bir şekilde kapıyı dinliyorum. İlk defa o zaman duyuyorum bu kelimeyi. Anhedoni. O zamanlar bunu anlamak için çok küçüğüm. Yıllar sonra yeniden duyacağımdan da habersizim. Oysaki yeniden duyduğum da hafızamda canlanan o gündü ve o yabancı kadının sesiyle tekrar ediyordu kelime. O günden farklı olarak artık ne olduğunu bana söyleyen biri vardı. Hayattan zevk almamaya anhedoni deniyordu. Ve bu sefer kapı dinlemiyordum, ben o odadaydım.
Bir perde iniyor gözlerimin önüne. Bir sahne yansıtılıyor bu perdeye. Ve ben kanlar görüyorum. Bir düzene bağlıymış gibi belirli aralıklarla damlayan kan görüyorum. Sonra sesini duymaya başlıyorum. Düzenli 'pıt pıt' sesleri bunlar. Kulağımda canlanıyor ama her şeyin kafamın içinde yaşandığını biliyorum.
Telefon çalıyor cebimde beni düşüncelerimden çekip çıkartırcasına. Kendime neden yine hastalıklı düşüncelerime izin verdim diye kızıyorum. Sonra derin bir nefes çekiyorum içime ve yavaşça bırakıyorum. Telefon hala çalıyor. En sonunda kapanmadan açıyorum.
"Baekhyun? Terapide miydin? Yanlış zamanda mı aradım? Genelde bu saatlerde çıktığın için aramıştım ama..."
Kaldırımda öylece dikilmek yerine caddeyi kontrol edip karşıya geçiyorum.
"Cevap vermeme izin ver. Terapide değildim. Az önce çıktım."
"Ah, güzel. Bugün nasılsın? Senden bize katılmanı istemem sorun olur mu?"
"Kyungsoo, bu kadar kibar olmak zorunda değilsin, biliyorsun değil mi? Diğer arkadaşlar gibi sende bana 'Bugün bize katıl.' demelisin. Ben o kadar da hastalıklı biri değilim."
Ben gülerken karşıdan Kyungsoonun telaşını duyabiliyordum.
"Hayır, hayır. Ben sadece sen... Bazen... Yani, her neyse işte. Bize katılmak ister misin?"
"Plan ne? Kimlerle?"
Evin yolunun üzerindeki marketin önünde duruyorum ve evde yemek olmadığını düşünerek sıkıntıyla bir nefes veriyorum. Markete girerken telefonuma Kyungsoo konuşmadan önce kulaklığımı takıyorum.
"Aslında... Şey... Baekhyun, biliyorsun. Bugün doğum günü."
Raftan aldığım paket bir saniye bile elimde duramadan yeri boyluyor. Bir süre düşünce sistemim duruyor.
"Bugün ayın kaçı?"
Kyungsoo da şaşırmış olmalı ki o da bir süre sessiz kalıyor.
"Ciddi misin? 12 Nisan. Yani, ben sen hep hatırlarsın diye..."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Anhedoni [OneShot]
FanfictionBir şarkı dinliyorum. 'Yaşarken kendi mezarları başında ağlayanlar var.' diyor. Üzerime alınıyorum. (Souad Massi- Le Bien Et Le Mal) Sevdiğim bir romandan bir cümle okuyorum. 'Çığlık atıyorum, ama kimse beni duymuyor.' Hak veriyorum. (Debie Maccombe...