Bölüm 3: Vuslat
*
Hasretle nasıl başa çıkar ağaçlar?
Ya denizler, nasıl ağlar?ζ
Baba.
Bu kelimeyi söylemeyeli ne kadar olmuştu sahi? Zor muydu sanki söylemesi, hayır, iki dudak hareketine bakardı. Vicdanen de kolay mıydı? Yalnızca dört harfe sığdırılmış, bir çocuğun acılı çığlıkları, bir gencin ümitsiz yakarışları ve yetişkin bir adamın sessiz boyun eğmeleri vardı o kelamın içinde. Söylediği nadir zamanlarında bile inceden bir sızı oluşurdu göğsünde.
Şimdi aynı sızı babasının sedyeye yatırılmış bembeyaz çehresine bakarken de kendini göstermişti. Savaşın getirisi olan çizgiler ve her vakit koruduğu o gergin yüz ifadesi...Her vakit güçlü görünen ve yılmayan Vasili şimdi ne kadar da savunmasız görünüyor ve tüm aile üyelerini ürpertiyordu!
Cüssesini, bedeninin yorgunluğundan kaynaklanan bir halsizlik ile ruhunun pişmanlıkları ve acısı sebebiyle ağırlaşmasından dolayı taşıyamaz hale gelince kendini dışarı çıkmaya zorladı ve banklardan birine kendini kurtarırcasına atarken yakasını gevşetmeyi de ihmal etmedi.
Derin bir nefes çekti ciğerlerine, temiz havanın verdiği ferahlatıcı hissi kaybolana kadar hissetmek istedi. Gözlerini bir anlığına da olsa kapanıp uzun kirpikleri yanaklarında gölgeler oluştururken dimağında beliren hatıra ile tamamiyle titredi. Derin bir sızı kendini gösterdi tekrar ve Hilal'i kaybettikten sonra mütemadiyen devam eden yasını bir an için unutarak kendini hatıranın acımasız güzelliğine kaptırdı.
Dudaklarını ayırdıklarında ikisi de bir süre uzun soluklar aldı. Ardından Leon tekrar sırtını sedir ağacının gövdesine yaslarken, Hilal'i de göğsüne çekti ve Hilal onun kendine has kokusuyla mest olurken ellerini Hilal'in karnında birleştirdi. Ellerinin üzerine yerleşen minik eller ile mesut oldu ve Hilal'in tam tepesine bir öpücük kondurdu.
Kirpikleri titreyen Leon, daha önce yakasını gevşetmek için kullandığı ellerini bu kez üniformasının birkaç düğmesini açıp tekrar kendini hatıraların sarhoşluğunda bırakmak için kullandı.
"Leon, bunları da ye ama. Boşuna mı yaptım ben bunları?" Diye sitem etti Hilal. Söz verdiği gibi gelmişti işte. Hem de yiyecek bir şeyler getirmişti.
"Doydum ama güzelim. Nasıl yiyeyim?"
Tebessüm etti kendi kendine; tabii sonra bir başka hatıra-ki daha çok bir heyula, dimağını işgal ederek diğer tüm güzel düşünceleri siyaha boyadı.
"Bırakın yardım edeyim, Hilal." Diye mırıldanarak yere diz çöktü Leon. Hilal ise sinirle ona bakmadan dahi kati bir dille reddeti bunu.
"Lüzumu yok, Teğmen. Pardon, Üsteğmen."
O günü saniyesine dek hatırlarken korkunç bir tiyatro oyunu gibi her perdesi doluverdi benliğine. Bu defa çatıldı biçimli kaşları ve tekrar derin bir nefes aldı. Başını iki yana sallarken çehresinde huzursuz hisler yer almaya başlamıştı.
Ayağa hızlıca kalkıp onun kaçmasına izin vermeden sıkıca sarıldı Hilal, "Gerçek sandım...Öyle bir rüya gördüm ki Leon! Sanki gerçekti ki."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Dilhun |Ateşten Gömlek| Hileon
Historical FictionDilhun: İçi kan ağlayan. Büyük bir üzüntü içinde olan. Çanakkale Savaşı'na babasının zoru ile katılan Leon ve oradaki gönüllü hemşire Hilal'in 1919 senesinde tekrar karşılaşması. Bir ihanet, bir aşk ve bir hasret. Birçok ölüm ve vahşet. Araların...