Hala kalbimdeyken gitmek sayılır mıydı seninkisi?
Beş gün daha geçmişti.
Grace, Kral Edward'ın dostunun evine geleli ve orada yaşamaya başlayalı koskoca beş gün daha.. Ve bu beş günün içinde kocasından hiçbir ses seda yoktu.
Grace pencere kenarında beklemekten yorgun düşmüş bir halde geri çekilirken, üç katlı bu ahşap evin onun için ayrılan aydınlık ve ferah odasında kendi kendini yemekle meşguldü.
Dylan onu almaya tenezzül bile etmemişti. Genç kız beş gündür ondan herhangi bir hamle bekliyor ve alamadığı her an kahroluyordu.
Gelmeyecek miydi? Onca yaşanan şeyden, edilen sözlerden sonra onu burada kendi kaderine mi bırakacaktı?
'Aptal Grace.' diye düşündü hiddetle derin bir nefes verip kaşlarını çatarken. 'Sana onunla gelmeni söylediğinde dediğini yapmalıydın.'
Genç kızın kendisine olan öfkesi yeniden başgöstermişti. Dylan'ın ona kendisiyle birlikte evlerine gelmesini söylediğinde onunla gitmeliydi. Ama genç kız aşk itirafı isteyen tarafını dinleyip gitmemekte diretmişti. Açgözlülük hiçbir zaman iyi bir şey değildi. Grace bunu çaresizce oturup gözyaşı dökerken çoktan fark etmişti.
Gözleri hızla dolmaya başlamıştı ve içinde biriken tüm duygular onu zorlarken beş gündür yaptığı şeyi yapıp odadan çıktı. Kaldığı üç katlı, ahşap evin merdivenlerinden dikkatlice inerken ayaklarının bastığı yerlerde tatlı gıcırdamalar oluşuyordu.
Evin her yanı sade döşenmiş ve gereksiz hiçbir eşyaya yer verilmemişti. Kahverengi, ahşap duvarların belirli yerlerinde asılı duran tablolar ise eve hoş bir hava katıyordu. Genç kız üçüncü kattaki odasından aşağıya inerken gördüğü ikinci kattaki dört odanın da kapısı kapalıydı. Merdivenleri gıcırdatarak ilk kata indiğinde ise hemen sol koridora yönelip, hızlı adımlarla ilerleyerek sondaki odanın kapısını tıklattı.
İçeriden duyduğu homurdanma içeri girmesi için yeterliydi. Önündeki kahverengi, ahşap kapıyı da açtığında ona artık tanıdık gelen odada belirivermişti.
Odanın her yanı kahverengi olmasına rağmen buna tamamen zıt bir biçimde seçilmiş devasa beyaz masa tam karşısındaydı. Masanın üzerinde evin genel havasının tam tersi bir şekilde bir sürü ıvır zıvır bulunuyor ve odanın derli toplu bir görünümde olmasını engelliyordu. Masanın üzerindeki gaz lambası odayı loş bir biçimde aydınlatmış ve tam sol taraftakı geniş rafa garip bir gizem havası katmıştı. Sağ taraftaki pencereler ise sonuna kadar açıktı.
Grace pencereleri ürpererek kapattı ve hemen çapraz tarafta uyuyakalan yaşlı adamın tepesinde dikildi. Adam bir hayli huzursuz görünüyordu. Koltuğun üzerine beceriksizce kıvrılmış ve çatık kaşlarla küçük horultular çıkarırken hafıfçe kıpırdanmıştı.
Grace onun uyumasına aldırmadan yaşlı adamı nazikçe kolundan dürtüklemişti. Fakat adam uyanmak şöyle dursun yerine daha da çok yayılarak homurdanmaktan başka bir şey yapmamıştı. Grace tekrardan onu dürtüklediğinde ise yeşil gözlerini açmış ve huysuz bir ifadeyle tepesinde dikilen genç kıza bakmıştı.
"Yine ne var küçük hanım?" diye sordu yerinde bıkkın bir şekilde doğrulup oturur bir pozisyona geçerken. "Neden hala ayaktasın sen?"
"Uyuyamadım." diye yanıtladı Grace adamın karşısında duran tekli koltuğa otururken. "Dylan'dan hala ses seda yok."
Yaşlı adam sanki bu cümlenin ardından neler geleceğini çok iyi biliyormuş gibi bir ifadeyle yüzünü buruşturdu ve genç kızın konuşmasını engellemek adına konuştu.