Birinci sezon bol bol psikoloji ve felsefe dolu konularla geçti. İkinci sezonda ise bunların biraz dozunu azaltıp, bol bol aksiyon kattım. Elimde yazılmış bayağı bir bölüm var, hatta 3. sezona geçtim. Şuanki bölüm 25. bölüm, 2. sezon 46. bölümde bitiyor. Yani 47. bölümle de 3. sezona geçiyoruz.
Biliyorum kategori kısmında Aksiyon ve Genç Kurgu'yu seçtim. Ancak şuana kadar pek aksiyon göremediniz. Bunun için kusura bakmayın. Ama aksiyon 2. sezondan sonra başlayacak. Yine de tekrar söylemek istiyorum, hikayenin felsefik kısmından biraz kestim. Onun yerine aksiyon koydum.
İyi okumalar... ^^
...
Kendimden geçmiştim sanırım, bayılmış gibi bir şey işte. Gözlerimi zar zor açtığımda yerde karın üstü yatıyordum. Ağzımın salyası zemine akmış bir şekilde öylece yatıyordum. Görüşüm aşırı bulanıktı, sanki gözlük gerekiyormuş gibi. Bu aklıma direk Örümcek Adam'ı getirdi. Peter Parker... Aman tanrım. Benim adım da Peter'dı?
Tabi bunlar saçma ve gereksiz düşüncelerdi. Elimle destek alarak oturur pozisyona gelmeye çalıştım. Yer yatağının olduğu yere baktım, sanırım biraz da olsa kendime gelebilmiştim. Olivia orada değildi. Muhtemelen dışarıdadır diye düşündüm. Şöför koltuğunda da yoktu çünkü.
Böylece karavandan çıkmaya çalıştım ama zar zor yürüyordum. Kendime gelememiştim galiba, yani düşüncesel olarak evet ama... Dengem bozuluyordu. Karavandan dışarı adım atmaya çalıştığımda yere düştüm. Neyse ki ellerimin üstüne düştüm ki başıma taş falan çarpmadı. Karavanın kapısına tutunarak ayağa kalkmaya çalıştım. Başarabilmiştim sonunda. Etrafa bakındım, Olivia falan yoktu. Karavanın basamağına oturup elimi cebime soktum. Telefonum yerindeydi. Buna sevinmiş olmam garip gelebilir, ama ben aslında karavanın bıraktığımız yerde olduğuna bile sevinmiştim. Neden? Çünkü bu kahrolası şey insanı öyle bir paranoyak yapıyordu ki... Her neyse, gözlerimi kullanmaya çalışmam boşunaydı. Dediğim gibi, net göremiyordum bile!
Bir süre gözlerimi ovuşturdum, gözlerimi kapattım, bir şeyler deneyip netliğimi arttırmaya çalıştım. Netliğimi arttırmak... O anki kafam nasılsa artık, sanki kameraymışım da odaklanma özelliğim varmış gibi.
Olduğu kadar diyerek telefona baktım, eh işte, idare ederdi. Olivia'yı aradım. Telefonu kulağıma dayadım. Gelen "dııt..." sesi bile bir anda irkilmeme sebep oluyordu.
Telefonu açtı sonunda, ama bağırarak konuşuyordu. "Beni asla bulamayacaksınız!" diye bağırdı. "Telefonumda GPS de yok, bulun kolaysa!"
Onun kafası ne durumdaydı bilmiyorum ama benimkinden kötü olduğu kesindi. Sakinleştirmeye çalışarak "Olivia, benim Peter." dedim yavaşça.
Biraz nefes aldıktan sonra "Peter?" dedi.
"Evet benim, sakin ol kimse seni aramıyor." dedim aynı ses tonuyla.
"Nereden biliyorsun?" diye sordu.
Derin bir nefes alıp "Kimlerin senin peşinde olduğunu düşünüyorsun?" diye sordum.
"Kızılderililer." dedi. "Derimi istiyorlar. Ve paramı. Ayrıca karavanı da istiyorlar."
Gülmemek için kendimi zor tuttum, biraz düşündüm. Bu durumdaki birine sakin olmasını söylemek deliye laf anlatmak gibiydi. Bu yüzden sakin olması için, onun yöntemiyle gitmem gerekiyordu.
"Kızılderilileri tek başıma hallettim ben, seni karavanda bekliyorum." dedim. "Gelecek misin?"
"Hayır gelemem." dedi. "Yolda bir kızılderili beni görürse eğer öldürür."
"Şuan neredesin o zaman?" diye sordum. "Bari ben geleyim karavanla."
"Çöldeyim." dedi.
"Tam olarak neresi işte, nereye gelmem gerekiyor? Ben de çöldeyim çünkü."
Bir süre bir şey söylemedi "Olivia?" dedim sessizliği bozarak.
"Şey, işte... Kum falan var burada. Gel al beni."
"Lanet olsun!" dedim içimden.
"Gelecek misin Peter? Korkuyorum gerçekten..." dedi titreyen bir sesle.
"Olivia bana tam olarak bir yön vermen gerekiyor, karavandan çıkıp nereye gittin? Çünkü burası da çöl, orası da. Ve burada değilsin. O yüzden..."
"Bağırırsam duyarsın belki?" dedi çaresiz bir sesle.
"Bağır bakalım." dedim telefonu kulağımdan çekerek. Telefondan gelen çığlık sesi dışında hiçbir ses yoktu.
"Duydun mu?" diye sordu.
"Hayır, demek ki yakında değilsin." dedim. "Bir fikrim var, ama uyuşturucunun nerede olduğunu söylemen gerekiyor."
"Neden?" diye sordu.
"Yok etmem gerekiyor. Polisi arayacağım, GPS kullanarak bizi bulacaklar." dedim. Ses gelmedi, 10-15 saniye sessizlik oldu. "Uyuşturucu nerede Olivia?" diye sordum.
"Şey... Hepsini ben aldım şuan yanımda. Ama benim üzerimde bulmazlar merak etme. Bulmamalarını sağlarım." dedi.
"Tamam şimdi yapacaklarımızı söyleyeyim." dedim. "Sen o uyuşturucuyu kuma gömüp üstünü kapatacaksın. Yoksa kızılderililer onların kokusunu alıp seni bulabilirler. Anladın mı? Öldürülmek istemiyorsun değil mi?"
"Ama..." dedi ve durdu.
Sözünü kesip "Olivia, bu bir rica değil. Hemen yap dediğimi!"
"Tamam." dedi ağlamaklı bir sesle. Telefonu yere attığını anladığım bir ses duydum, bir dakika civarı bir süre sonra "Gömdüm, buradan uzaklaşıyorum." dedi.
"Tamam, şimdi polisi arayıp senin telefon numaranı vereceğim. Onlar aradığında telefonu aç, ve ne diyorlarsa yap tamam mı? Onlar bizi bulacak. Kızılderililerden koruyacaklar. Tamam mı Olivia?"
"Peki." dedi titreyen sesiyle.
Aslında ona kızmam gerekiyordu. Bana yaşattığı, hatta bize yaşattığı şey için. Ayık olduğu zaman bunun acısını çıkartacaktım ondan. Ama şuan olmazdı. Çünkü şuan aklı yerinde değildi ve kızarsam kaybolabilirdi. Ayıldığında ise çok geç olurdu. Mesela şarjı bitebilirdi, böylece onu hiç bulamazdık.
Sinirimi yatıştırıp 911'i tuşladım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hayalperest (Dreamer)
Ficção AdolescenteTüm insanlar hayalperesttir. Tabi sadece çocukken. Çocukken herkes süper kahraman olmak ister, değil mi? Sonra bazıları astronot veya bilim adamı gibi hayallere kapılırlar. Sonrasında ise büyüdükçe bu hayaller avukatlık, mühendislik gibi basit hayal...